![]() |
Dal |
- Ağacın gövdesinden yanlara doğru ayrıla ve daha çok yapraklı olan kollardan her biri.
- (mecazi) Kol: Bilimin türlü dalları arasında sıkı ilişki vardır.
- (anatomi) Bir damardan ya da bir sinirden ayrılan kol.
- (botanik ve zooloji) Sınıfların birleşmesinden oluşan hayvan ya da bitki topluluğu.
- Dokuma ve işlemelere ya da tezhip sanatında levha köşelerine yapılan çiçek motifi.
- Arka, sırt: Heybe dalında, avrat kolunda, şişe belinde. (Halk türküsü)
- Bazı sözcüklerin başına getirilerek birleşik sözcükler kurar ve "çıplak, yalın" anlamı verir: Dalkılıç, daltaban.
Dal ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "dal" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
- Dal budak salmak:
- Karmaşık bir biçimde yayılıp genişlemek: Ucu bucağı belli olmayan, dal budak salmış, organik bir sözlü gelenek yığınını kâğıda dökmek ve düzene koymak gibi karmaşık ve çetin bir uğraşla yüz yüzeydi.
- Soy yönünden genişleyip yayılmak: Bu kitap üç dört asırlık bir hanedanlığın dal budak salmış nesillerinden bir kesitinin tarihine mercek tutmakta. (M. Varol)
- Dal gibi: Çok zayıf, çok ince ve uzun: İnce bir dal gibiydi. Bir taraftan garibanlık, öte yandan küçükken geçirdiği bir hastalık onu cılız bırakmıştı. (M. Büyükşahin)
- Dal gibi kalmak: Vücutça çok zayıflamak: O kadar sıkıntıdan sonra dal gibi kalmıştı.
- Dal sürmek: Yayılmak, kaplamak: Arap kabilelerinin atalardan dal süren töre ve geleneklerine dayanan mürüvve ile Tanrı'nın ilhamı olan din arasındaki çelişkiler üstünde durmakta... (TTK)
- Dal vermek(6): Dayanmak, sırtını yaslanmak: Yamanlıklarından öte heriflere dal veren, akıl veren çok. (Ö. Polat)
- Daldan dala konmak (atlamak): Sık sık iş, konu, ilişki ya da düşünce değiştirmek: Gel yâr senin ile bir kavledelim / Kavilden karardan dönmemecesine / İkimiz bir daha yuva yapalım / Başka daldan dala konmamacasına (Türkü)
- (birinin) Dalına basmak(6): Hoşlanmadığı bir şeyi yaparak ya da söyleyerek onu kızdırmak: Kitaplar bir yana Yiğit'in dalına da basıyordu. Onu kızdırmaktan büyük keyif alıyordu. (A. Sarısayın)
- Dalına binmek(6): Bir kimseye bir iş yaptırmak için asılmak, musallat olarak sıkıştırmak: Genç kız, şımarık onun dalına biniyor. (S. Kocagöz)
- Dallandırıp budaklandırmak: Bir işi, bir sorunu büyüterek karışık bir duruma getirmek: Söylevini öylesine uzatıyor, açıklamalarla, ara sözlerle konuşmasını öylesine dallandırıp budaklandırıyordu ki, sonunda işin içinden kendisi de çıkamadı.
- Dallanıp budaklanmak: (Bir iş ya da bir sorun) Genişleyerek karmaşık bir durum almak: Söze başkaları da karışmış, tartışma dallanıp budaklanmıştı. Her kafadan bir ses çıkıyor, birbirinin tersi düşünceler aynı düşünce, aynı düşünceler birbirinin tersiymiş gibi söyleniyor, kimse birbirini anlamıyordu. (K. Arslanoğlu)
- Dalları basmak: Ağaçta dalları eğecek kadar çok meyve olmak: Uçsuz bucaksızdı yemiş bahçeleri. Dalları basmış vişne ve kiraz. (M. Uraz)
- Dallı budaklı: Ayrıntıları çok, karmakarışık, çapraşık, anlaşılması ya da çözülmesi güç olan: Gönül meselesinin, dallı budaklı duyguların ayıp ve gülünç sayıldığı bu devirde gençler "aşk" kelimesini geçen lügatler arasından attılar. (S. Erol)
Bindiği (oturduğu) dalı kesmek - Bir dalda durmamak: İşten işe ya da düşünceden düşünceye geçmek alışkanlığında olmak: Hamdullah ele avuca sığmaz, bir dalda durmaz, fıkır fıkır kaynar bir zekâ kumkuması idi. (İ. H. Konyalı)
- Engin dallardan murt yememek: Yükseklerden uçmak, burnu büyük olmak: Çünkü o, engin dallardan murt yemezdi. Onun alacağı kız, ya çok zengin olmalıydı, ya da tanınmış, meşhur bir aileye mensup. (O. Kemal)
- Gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak): Olur olmaz tehlikelere aldırmamak, tehlikelerden korkmamak: Demirci Dursun, Allah'tan başka kimseden korkmayan, gözünü daldan budaktan esirgemeyen biriydi. (B. Yazgan)
- Gül dalına bülbül konmuş: Yemek yerken çenesine, sakal veya bıyığına bir şey bulaşmış kimseye şaka yollu haber vermek için kullanılan bir söz: Yemek arasında, pilav yenirken bir pirinç tanesi efendinin sakalında kalmış. Uşak efendisine hitapla: "Efendimiz, Gül dalına bülbül kondu." demiş. Efendi anlamış ve pirinci almış.
- Güvendiği dal elinde kalmak: Yarar umduğu kimseden ya da şeyden iyilik gelmemek, umduğunu bulamamak: Dizleri üzerine çöktü hiç utanmadan hüngür hüngür ağlamaya başladı. En güvendiği dal elinde kalmıştı.
- Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği kimse veya şey önemini yitirerek işe yaramaz duruma gelmek: Güvendiği dağlara kar yağmış; tuttuğu dal elinde kalmıştı. Çaresizlik içindeydi. (A. E. Kavaklı)
- Tutunacak bir dal aramak: Güvenilecek, dayanılacak bir insana ihtiyaç duymak: Tutunacak bir dal arıyordu ve "İnşallah bu hal ve bu durum hayra alamettir?!" diyerek içinden kendi kendini teskin etmeye çalıştı. (Z. A. Zorbulut)
- Tutunacak dalı olmak: Güveneceği bir kimse veya bir şey bulunmak: Kurduğu evliliği hayatta tutunacak tek dalıydı. (Ş. İşigüzel)
- Zeytin dalı uzatmak: Barış için ilk adımı atmak: Babası tavrını değiştirerek zeytin dalı uzattı. Böylelikle karşılıklı gidip gelmeleri başladı. (R. Çınar)
Dal ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "dal" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Dal ağacı gösterir: Kişinin karakterinin ailesini ve yetiştiği ortamı yansıttığını ifade eder. İnsan, köklerinden gelen özellikleriyle şekillenir ve davranışları, yetiştiği çevrenin izlerini taşır.
- Dal fidanken eğilir: İnsanın karakteri ve alışkanlıklarının küçük yaşta şekillendiğini ifade eder. Çocukluk döneminde verilen eğitim ve terbiye, ilerleyen yaşlarda kalıcı olur.
- Dal kıran, baş keser: Ağaçlara zarar vermenin büyük bir yanlış olduğunu ve bunun daha büyük felaketlere yol açabileceğini öğütler. Doğaya zarar veren kişi, sonunda kendisine veya başkalarına da zarar verebilir.
- Daldaki elmaya kırk kişi taş atar, kısmet kiminse onun olur: İnsanlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, kazanacak şanslı ve bahtlı olandır.
- Daldaki fındık cepte harçlık olmaz: Elde olmayan şeylerin, henüz gerçekleşmemiş kazançların güvenilir bir gelir kaynağı olamayacağını ifade eder. İnsanlar ancak sahip oldukları, ellerindeki imkanlarla hareket edebilirler; hayali kazançlar gerçek fayda sağlamaz.
- Ağaca (taşa) çıkan keçinin dala bakan (ağaca çıkan) oğlağı olur*: Küçükler büyüklerden gördüklerini taklit ederler.
- Ağaç, dalı ile gürler: Bir topluluğun veya ailenin gücünü, yetiştirdiği bireylerden aldığına işaret eder. Bir insanın başarısı, onu destekleyen yakın çevresiyle büyür ve güçlenir.
- Ağaç ne kadar meyve verirse, dalı o kadar yere eğilir*: Erdemli, bilgili insan alçak gönüllü olur.
- Ağaçtan düşen, dalına sarılır: Zor durumda kalan kişinin ilk olarak en yakınındakilere veya güvendiği insanlara sığındığını ifade eder.
- Allah uçamayan kuşa alçacık dal verir*: Allah, yetenekleri kısıtlı olanlara durumlarına uygun bir yaşama düzeni verir.
- Allah'ın emri olmasın daldan yaprak kopmaz: Allah bir şeyin olmasını uygun görmemişse kimse buna karşı koyamaz.
- Anasının çıktığı dala kızı salıncak kurar: Çocuk büyüdükçe ana babasını kendine örnek alır, hatta onlardan daha fazlasını yapmaya çalışır.
- Armut, dalının dibine düşer* (Armut, ağacından uzak düşmez): Çocuk soyuna çeker, çırak ustasının yolunu tutar: Armut dibine düşer mi? Genelde düşer. Ben de düştüm, kızım da düşecek. Annelerimizden öğrendik biz güçlü olmayı, ayakta durmayı, yılmadan denemeyi. (B. Aksoy)
- Bindiğin dalı kesme: İnsanın kendisine fayda sağlayan şeyi yok etmemesi gerektiğini ifade eder. Kendi çıkarına zarar verecek davranışlardan kaçınmak akıllıca olur.
- Bir dala basınca bin dal sallanır: Yapılan bir hareketin veya alınan bir kararın geniş çapta etkiler yaratabileceğini ifade eder. Küçük görünen bir olay bile, birçok kişiyi veya durumu etkileyebilir.
- Bir dalda dokuz ceviz görmeyince taş atmaz: İnsan, işine yaramayan bir şey için boşuna çaba harcamaz ve masraf etmez.
- Bir dalda durmaz, serçe gibi pırpır eder: Sürekli yer değiştiren, bir yerde uzun süre kalamayan veya sabit bir işte tutunamayan kişiler için söylenir. Bu tür insanlar kararsız yapılarıyla sürekli yeni arayışlar içinde olurlar.
- Bir dalın gölgesinde, bin koyun eğlenir: Küçük bir şeyin çok kişiye fayda sağlayabileceğini anlatır. Bir kişinin veya bir şeyin sağladığı küçük bir imkan, birçok kişi için büyük bir rahatlık ve huzur kaynağı olabilir.
- Bir kuş bir dala kırk yılda bir konar; bir daha konuncaya kadar ya dal kurur, ya kuş ölür: Fırsat insanın eline geçtiği zaman değerlendiremezse, bir daha da yakalayamayabilir.
- Çam dalından ağıl olmaz, el oğlundan oğul olmaz: Bir şeyin asıl değerlisinin ve işe yarayanının yerine, ona benziyor diye başka bir şey kullanılamaz.
- Eceli gelen karga kırılmış dala konarmış: Başına dert arayan kişilerin sürekli tehlikeli işlerle uğraştıklarını ve sonunda da kötü bir durumla karşılaşacaklarını vurgular.
- Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir: Elimizde kesin olarak bulunan az sayıdaki bir şeyin, elimizde olmayan ama daha fazla olabilecek şeylerden daha değerli olduğunu, eldeki olan bir şeyin belirsizlik içindeki birden fazla şeye tercih edilmemesi gerektiğini vurgular.
- Elden öz, kızılağacından köz, fındık dalından saz olmaz: Her şeyin kendi doğasına uygun şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Bir şeyin ya da kişinin doğasında olmayan bir özellik, zorla elde edilemez veya istenilen sonucu vermez.
- Gölgesinde oturulacak ağacın dalı kesilmez: Kendisinden yararlanılan kişiyi, nesneyi zarara uğratacak eylemlerden sakınılmalıdır.
- Gül dalından odun olmaz, beslemeden kadın olmaz*: Her şey, kendisinden beklenen görevi yapabilecek niteliklere sahip olmalıdır.
- İki bülbül bir dala konmaz: Yetenekli veya güçlü iki kişinin aynı alanda ya da durumda birlikte var olamayacağını ifade eder. Bir ortamda iki iddialı kişi genellikle birbirine karşı üstünlük kurmaya çalışır.
- Karga gül dalına konmakla bülbül olmaz: Bir kişinin veya nesnenin sadece dış görünüşü veya bulunduğu yer ile niteliklerinin değişmeyeceğini ifade eder. Bir şeyi veya kişiyi değerli ya da özel kılan unsurların yüzeysel özellikler değil, özündeki nitelikler olduğunu vurgular.
- Kim düşer daldan, o bilir haldan: Başına bir iş gelmeyen, o konuyu anlamakta zorlanır.
- Meyve, ağaç dalında, çocuk ana kucağında yaşar: Ağaç nasıl meyvesini besler büyütürse, çocuğunda büyüyüp yetişmesi için mutlaka bir anneye ihtiyacı vardır.
- Rüzgar esmeyince yaprak oynamaz (dal kımıldamaz)*: Her olayın bir sebebi olduğunu ve bir şeyin harekete geçmesi için bir etkenin gerektiğini ifade eder.
- Ulu ağacın gürültüsü dal ile, mutlu evin yakışığı döl ile*: Bir ağacın dal budak salarak gürleşmesi gibi bir ailenin mutluluğu da yetiştirdiği çocuklarla pekişir, gürleşir.
Dal ile ilgili birleşik kelimeler
- Dal bay: İnce giyinmiş.
- Dalfes: Üstünde sarık bulunmayan fes: Saçılmış kâkülü dalfes altından / Her teli yirmi dört ayar altından (Âşık Razî)
- Dalkılıç: Kılıcını çekmiş olarak; yalın kılıç: Osmanlı askerini dalkılıç olmağa mecbur edecek kadar sıkıştırmak elvermez, bir kere dalkılıç olmağı göze aldırmış birkaç yüz adam meydana çıkarsa önlerinde mağlup olmamak mümkün değildir. (Napolyon)
- Dalkıran:
- (zooloji) Kabuk böcekleri familyasından, fındık ağaçlarında yaşayan kın kanatlı böcek.
- Şiddetli esen rüzgar: 1875 yılında bir dalkıran fırtınası Kulenin külahını uçurunca dülgerlere, yapı ustalarına yeniden çağrı çıkarılmıştı. (S. Birsel)
- Dalkurutan: Kabuk altındaki odun katında oyuklar açarak dişbudak sürgünlerini ve zeytin dallarını kurutan kın kanatlı böcek
- Daltaban:
- Yalın ayak olan (kimse): Her sabah Fatih'ten daltaban yürüyerek oraya geliyor... (S. Birsel). Karşısına bir çocuk çıkıp da höh dese, ayağından pabucunu atıp daltaban kaçar...
- (mecazi) Serseri.
- Dal taç: (tarih) Yeniçeri börklerinin başa giyilen bölümüne çevrilen kağıt üzerindeki nakışa verilen ad.
Soru/Yorum Gönder