Burun |
- Yüzün, ağızla gözler arasında yer alan, soluk alıp vermeyi ve koku almayı sağlayan iki delikli, çıkıntılı bölümü: Her nedense kötü kötü kokular geliyordu burnuna (N. Cumalı).
- Bir şeyin, biçim bakımından buruna benzeyen, ön ve sivri bölümü: Burnu sivri ayakkabı. Geminin burnu.
- (coğrafya) Karanın, özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda, türlü biçimlerde denize uzanmış parçası: Kınalı'nın burnunu görüyor musun?
- (mecazi) Kibir, büyüklenme: Adamda bir burun, bir burun? Burnundan yanına varılmıyor.
- (mecazi) (Genellikle güçlü) Koku alma duygusu: Adamda ne burun var birader, daha kapı açılmadan köftenin kokusunu aldı.
Burun ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "burun" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
( atasözlerine geç )
- Burun buruna gelmek: (deyiminin anlamı) Çok yakın olarak karşı karşıya gelmek: Birdenbire ortaya çıkan bir adamla burun buruna geldi. (M. Atilla)
- Burun bükmek: Beğenmemek, önem vermemek: Onlar biraz burun büküyor "uydurukçu" gibi şeyler geveleyerek alaycı tavırlar sergiliyorlardı. (E. İşeri)
- Burun kıvırmak: Önem vermemek, beğenmemek, küçümsemek: Burun kıvırdı baba mesleğine! (C. Canova)
- Burun şişirmek: Kibirlenmek: Dünya malı, servet yüzünden burun şişirdi.
- Burun yapmak: Üstünlük taslamak.
- Burnu bile kanamamak:
- Zarar görmemek, yarasız beresiz olmak: Saçaktan kendini öfkeyle sokağa bırakıvermişti. Burnu bile kanamadı. (Ü. Tamer)
- Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak: Köylü bu savaştan burnu bile kanamadan çıkmıştı. (B. Öner)
- Burnu büyümek: Kibirlenmek, büyüklenmek: Giderek sanatçıların burnu büyüdü; ama, diğer yandan burunları da kırıldı, çünkü aç da kaldılar. (Varlık yıllığı)
- Burnu çenesine değmek: Çok yaşlanmak: Giyimi ala bula, ağzında diş kalmamış, burnu çenesine değer bir kocakarı...
- Burnu havada (olmak): Kendini pek beğenmiş olmak: Eve burnum havada, kaleleri almış gibi girdim (N. Cumalı).
- Burnu Kaf dağında: Pek kibirli, çok büyüklenen: Özgüveni ve egosu tavan yapmış, burnu Kaf dağında bir budalaydı. (E. Aksu)
- Burnu Kafdağı'na çıkmak (varmak): Kibirlenmek, şımarmak, burnu büyümek: Profesör oldum diye burnu Kafdağı'na çıkan Mustafa'ya da ilk tekmeyi kendisi indirecek, onurunu kurtaracaktı. (R. Enis)
- Burnu kırılmak: Büyüklenemez duruma gelmek: Çalımından geçilmiyordu. Şimdi burnu nasıl kırıldı, bak! (F. Baykurt)
- Burnu sızlamak: Duygulanmak: Burnu sızladı, gözlerine dolanan yaşı elinin tersiyle sildi. (S. Gümüş)
- Burnu sürtülmek:
- Büyüklenme huyundan vazgeçip uysallaşmak zorunda kalmak: Ağalar gerine gerine "köylünün burnu sürtüldü, hizaya geldi" demektedir. (İlgili cümle kaynağı: İ. Cem)
- Sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek: "Aklı başına geldi artık. Burnu sürtüldü. 'Dayım razı olursa yeniden yanında işe girmek istiyorum,' diyor." (S. Kaymaz)
- Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli.
- Burnuna girmek: Birine çok sokulmak: Saat dokuzdan beri bekliyor. Dündar'ın burnuna girdi: — Gitmeyeceğim ağbiy, dedi. (A. İlhan)
- Burnuna halkayı takmak: İstediği gibi yönetmek, her istediğini yaptırmak: Nermin, bir kere, onun burnuna halkayı takmak istemesin... Oğlan, ömrü oldukça, bizimle köy köy, kasaba kasaba sürter, durur! (F. N. Çamlıbel)
- Burnuna karıncalar dolmak: Ölmek.
- Burnuna koymak: Aldırış etmek, göz önünde tutmak, değer vermek, kale almak.
- Burnuna pis (veya kötü) kokular gelmek: İnsanı şüpheye düşüren, hoş olmayan, gizli kalmış, olumsuzluklar duymak: Bir şeyler çeviriyordu, bunu hissediyordu. Burnuna kötü kötü kokular geliyordu (Y. Özhal). Ödeme yapmaya pek istekli değildi, çünkü burnuna pis kokular geliyordu. (A. Perşembe)
- Burnunda (gözünde) tütmek: Çok özlemiş olmak, çok istemek: Torunları burnuna tütüyordu. (P. Ülger)
- (Birinin) Burnundan ayrılmamak: Yanından gitmemek, uzaklaşmamak: Gece gündüz kızın burnundan ayrılmıyor. (M. Ş. Esendal)
- Burnundan düşen bin parça: Çok asık suratlı olmak: Ne o gene nesi var? Burnundan düşen bin parça oluyor! (H. F. Gözler)
- Burnundan (fitil fitil) gelmek: İyi bir şeye eriştikten veya elde ettikten sonra arkasından gelen kötü durumlar nedeniyle eriştiğine pişman olmak: Ama ziyafet benim burnumdan gelmişti (O. Boran). Haram para aile fertlerinin burnundan fitil fitil gelir! (T. Akansu)
- Burnundan getirmek: Yaptığına pişman etmek: Fakat o yalanını burnundan fitil fitil getireceğim. Hıncımı almadan senin yüzünü bir daha görecek değilim. (P. Safa)
- Burnundan kıl aldırmaz: Kendisine söz söyletmez, huysuz ve gururlu kimse: — Ah, şu huyundan da bir vazgeçmedi gitti... Burnundan kıl aldırmaz... "Gözünün üstünde kaşın var!" demeğe gelmez... (V. Nureddin)
- Burnundan solumak: Aşırı öfkelenmiş olmak: Burnundan soluyordu. Gözü bir şey görmüyordu. Yolunun üzerinde kim var, kim yok hiç kimseye bakmıyordu, gözlerini kan bürümüştü. (A. H. Haksal)
- (Birini) Burnundan yakalamak: Zayıf noktasından yakalayarak idaresi ve hükmü altına almak, karşı koyamaz duruma getirmek: Ustanın kendisine tutkun olduğunu biliyordu. Onu tam burnundan yakalamıştı. (R. E. Koçu)
- Burnunu çekmek:
- Sümüğünü çekmek: Burnunu çekti ve gözlerinin yaşını sildi. (R. Bayraktar)
- (mecazi) Yoksun kalmak: "Olur da para isteyemezsen burnunu çekersin. Anladın mı?" (H. F. Es)
- Burnunu kırmak: Güç durumlara sokarak büyüklenmesini ya da direnişini yok etmek: Bu yerini bilmez, şımarık ukalanın burnunu kırmak farz olmuştu. (P. Karayel)
- Burnunu sıksan canı çıkacak: Çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılır: Nasıl bir adamdı bu ? "Burnunu sıksan canı çıkacak olan şu çopur yüzlü suratsızdan şair mi olur?" diye içinden geçiriyordu. (A. Morkoç)
- Burnunu sokmak: Gerekmediği, istenmediği halde bir işe karışmak: Üstüne vazife olsun olmasın her durumdan vazife çıkarıp her şeye burnunu sokar. (A. Tulgar)
- Burnunu sürtmek: Birini, büyüklenmeyi bir yana bırakıp önce küçümsediği bir şeyi isteyeceği duruma getirmek: Hayat burnunu sürtmüştü onun, kendini beğenmişliğini, kendinden hoşnutluğunu yerle bir etmişti. (E. Atasü)
- Burnunun dibinde (olmak): Göremediği pek yakınında olmak: "Sanki kendi burnunun dibindeki gerçeği görebiliyor musun?" (Ş. Pala)
- Burnunun dibine sokulmak: Çok yaklaşmak, iyice yaklaşmak: "Abdullah bunu sezmiş gibi burnunun dibine sokuldu. "Paramı ver," dedi. (M. İlkin)
- Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek: Öğüt dinlemeyerek hep kendi bildiği gibi davranmak: Onun laf dinlemez ve burnunun dikine giden bir oğul olduğunu biliyordu. (Y. Kayaalp)
- Burnunun direği kırılmak: Pek pis bir koku duyarak rahatsız olmak: "Bütün pencereleri açtık. Kusura bakmayın ama o da ne koku öyle! Hala geçmedi. Burnumuzun direği kırıldı inan olsun." (U. Becerikli)
- Burnunun direği sızlamak: (Maddi veya manevi) Çok acı duymak: Vefat haberini duyduğumda burnumun direği sızladı.
- Burnunun ucundan ötesini (ilerisini) görmemek: Dar düşünceli olmak: Yıllarca koşsa ve arasa, aradığını bulamaz ve burnunun ucundan ötesini göremez. Çünkü zan sahibi, kendi varlığından kurtulamaz ve o taktirde gerçek varlığa ulaşamaz. (Mesnevî-i Mânevî Şerhi)
- Burnunun ucunu görememek:
- Çok sarhoş olmak: Dördümüz de içkiliydik. Hele Hamza burnunun ucunu göremiyordu. (T. Dursun K.)
- Dalgın, dikkatsiz olmak: O kadar âşıktı ki burnunun ucunu göremiyordu.
- Burnunun yeli harman savuruyor:
- Çok büyüklenenler ve kibirlenenler için söylenir: Burnunun yeli harman savuran bu yaşlı hanımefendi, davetini tekrarlayarak...
- Çok öfkelenenler için kullanılır: — Burnunun yeli harman savuruyor yahu! (R. Enis)
- Burnunun yeli kırılmak: Öfkesi yok olmak: Mangalda kül bırakmayan Zaloğlu'nun burnunun yeli kırılmış, zavallılaşmıştı. (O. Kemal)
- Ağız burun birbirine karışmak:
- Dayak sonucunda yüz yara bere içinde kalmak: Ağız burun birbirine karışmış yüzleri kan içinde. (T. Akçam)
- Yüzde aşırı öfke, üzüntü, yorgunluk vb. durumların izleri görünmek.
- Ağzı burnu yerinde: Oldukça güzel, yakışıklı: Ağzı burnu yerinde, dili bacımınkine yakın, hanım hanımcık bir şeydi. Onun da gönlü vardı. (F. Erdinç)
- Ağzına burnuna bulaştırmak: Bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak: ... küstürmüş ve bu işi ağzına burnuna bulaştırmıştır. (A. Büyüktuğrul)
- Ağzından burnundan getirmek:
- Huzurunu bozmak, sıkıntıya sokmak: Tutmuş olmadık bir adama varmış. Adam neler neler yapmış ona. Her şeyi ağzından burnundan getirmiş, yaşamını zehir etmiş... (P. Kür)
- Yaptığına pişman etmek, pişman etmek için uğraşmak: Babam, eşeğine başkasının binmesinden hoşlanmıyordu. Gerçi eşeğin de babamdan başkasına izin vermesi vaki değildi, üzerine binmeye kalkanın ağzından burnundan getirirdi.
- Ağzından girip burnundan çıkmak: Diller dökerek, kırk dereden su getirerek birini kandırmak: "Müşterinin ağzından girip burnundan çıkmadıkça, müşteri kolay kolay karar verip, senin malını almaz," tezini savunuyordu (D. Cüceloğlu). Kızın ağzından girip burnundan çıkar ve günün birinde Fadik kızı evlenmeye razı eder. "Seninle evlenip şehre gideceğiz; orada bir iş bulur çalışırım. Sen de tertemiz bir apartman katında oturursun" diyerek kızın kafasını çelmiş. (M. Güven)
- Ağzını burnunu çarşamba pazarına (çanağına) çevirmek: Aşırı bir biçimde döverek perişan duruma getirmek: Dişlerini ağzına dökecekti dökmesine, ağzını burnunu çarşamba pazarına çevirecekti çevirmesine de... Şayet geçmiş tüm görkemiyle gözlerinin önünde belirmeseydi! (H. Meryem)
- Ağzını burnunu dağıtmak: Aşırı bir şekilde dövmek: Bu iftirayı atan kişinin ağzını burnunu dağıtmış olsaydım, diye düşünüyordum... (T. Güven)
- Anasından emdiği süt burnundan gelmek: Çok sıkıntı çekmek, eziyet görmek: Ne var ki Hasan Efendi suçsuz olduğunu ispatlayıncaya kadar anasından emdiği süt burnundan gelir. (Ş. Kutlu)
- Anasından emdiği sütü burnundan getirmek: Birine bir iş yaptırırken çok sıkıntı çektirmek: Kılınıza bile dokunamaz. Eğer buna kalkışırsa, anasından emdiği sütü burnundan getiririm (A. Çankırılı). İnşallah şu vartayı atlatayım, bunu yazanın anasından emdiği sütü burnundan getireceğim. (R. C. Ulunay)
- Azrail'le burun buruna gelmek: Ölümle karşı karşıya gelmek: Aslında makamı, mevkii, rütbesi, serveti, şöhreti ne olursa olsun, insanoğlu hep âcizdir. Bunu fark etmek için ille bir ilâhi tokat yememiz ya da Azrail'le burun buruna gelmemiz mi lâzım? (Y. Bahadıroğlu)
- Canı burnuna gelmek: (deyiminin anlamı) Bir şey yaparken çok zorluk çekerek, öfkeli bir duruma gelmek: Arif döğenin tahtasına oturmuş, kafasını önüne indirmiş, döğen sürüyordu. Sırtını, belini sap kılçıkları kaşındırıyordu boyuna. Terliyor, bunalıyordu. Toz toprak içinde kalmıştı her bir yeri. Kızgın güneş kafasını ağrıtıyordu. Canı burnuna gelmişti sıkıntıdan. (T. Apaydın)
- Canı burnunda olmak:
- Yorgun ve bezgin olmak: ... uykusuzluktan bitmişlerdi. Yorgunluktan hepsinin canı burnundaydı. (R. Fiş)
- Yorgunluk ve bezginlikten dolayı öfkeli, sinirli olmak.
- Canı burnundan çıkmak: Çok kızgın olmak, öfkelenmek: Canı burnundan çıkan Haydar Efendi: "Şimdi senin dağından dalyanından başlarım.." diye homurdandı. (M. Şeyda)
- Canını burnundan getirmek: Çok yormak, fazla çalıştırmak: Çocuğunun huysuzluğu kadının canını burnundan getiriyordu. (N. Muallimoğlu)
- Çiçeği burnunda, çamuru karnında: Çok taze (sebze veya meyve): "Çiçeği burnunda, çamuru karnında Langa hıyarı" diye dillere destandı. Körpe, kıtır kıtır, haza badem. (S. M. Alus)
- Hık demiş (anasının veya babasının) burnundan düşmüş: "Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılan bir deyim: Kız, hık demiş annesinin burnundan düşmüştü.
- Ölümle burun buruna gelmek: Ölümle sonuçlanabilecek çok büyük bir tehlike ile karşılaşmak: Hz. Osman daha o yaşta ölümle burun buruna gelmiş, ölüm korkusunu tatmıştı.
Burun ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "burun" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Burun, kulak başa sadaka olsun: Kişinin önemsiz veya küçük gördüğü şeylerin, daha değerli olanlar için feda edilebileceğini ifade eder. İnsan, bazı şeylerden feragat ederek daha büyük kazançlar elde edebilir veya daha değerli şeyleri koruyabilir.
- Burun yüzden götürülmez (Burun yüzden düşmez): Bir yakını, bir akrabası uygunsuz işler yapan kişi ne kadar tepki gösterse de o kişiyle olan akrabalığını kesmez.
- Burnu büyük olanın aklı küçük olur: Fazla bilgisi ve becerisi olmayan insanlar yaptıkları işi abartarak anlatırlar.
- Burnunu her deliğe sokma: Kişi kendisini ilgilendirmeyen her işe kalkışmamalı. Aksi halde başına dert açabilir.
- Ağanın alnı terlemezse ırgadın burnu kanamaz*: İşveren işçisi ile birlikte çalışmazsa işçi işe var gücüyle sarılmaz.
- Ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın (Kulaktan burun yakın, kardeşten karın yakın)*: "İnsanın kendi yararı her şeyden önemlidir" anlamında kullanılan bir atasözü.
- Atta karın (alın), yiğitte burun* (At karnından yiğit burnundan bellidir): İyi koşan atın karnı, yiğit erkeğin burnu büyük olur.
- Domuzun burnunu kulağını kesmişler; yine domuz yine domuz: Kötü niyetli ara bozucu ahlaksız kimselere ne yaparsan yap huylarını değiştirmezler.
- Geminin burnunu gören değil, ufku gören kaptandır: Önemli bir işin yönetimi o işte ufak tefek bilgisi olana değil, o işte deneyimli olan kişilere verilir.
- Hımhımla burunsuz, birbirinden uğursuz (İki hımhım, bir burunsuz, birbirinden uğursuz): Görgüsüz, cahil ve kötü huylu kişiler ancak kendi huylarından olan kişilerle arkadaşlık ederler.
- Kılavuzu karga olanın burnu b*ktan çıkmaz (pislikten kurtulmaz)*: Kötü kimsenin arkasına düşen kişinin başı dertten kurtulmaz.
- Kızlar yaşlanınca burnunun yeli iner: Kendini beğenmiş kızlar gençken kendilerini isteyenleri beğenmez, evlenme çağı geçince de evlenecek koca ararlar.
- Kuzunun sevmediği ot burnunda biter: "Şanssız insan hep istemediği durumlarla karşılaşır" anlamında söylenen bir atasözü.
- Öksüz yemek bulsa, burnu kanar: Bazı insanların yaşamlarında şanssızlıkla karşılaşabileceğini ve bu nedenle elde ettikleri fırsatları değerlendirmeye çalışırken beklenmedik zorluklarla karşılaşabileceklerini vurgular.
Burun ile ilgili birleşik kelimeler
- Burun buruna: Birbirine pek yakın ve yüz yüze: Kapıyı açar açmaz kocasıyla burun burunaydı. (Afife)
- Burun farkı: (at yarışlarından doğmuş bir söz: Fotofinişte üç numaralı at burun farkıyla birinci gelmişti. A. Türkoğlu) Aradaki çok az olan fark: Seçimi burun farkıyla kazandı.
- Burnu büyük: Kibirli, kendini beğenmiş: Onun bu yersiz ve burnu büyük tavırları heyetimiz üzerinde kötü tesir bıraktı. (E. Subaşı)
- Çiçeği burnunda:
- Çok yeni: Ferit'se çiçeği burnunda damat, karısı karnı burnunda gebe (E. Atasü). Okulundan henüz mezun olmuş, çiçeği burnunda genç bir öğretmendi. (S. S. Pınar)
- Çok taze, yeni koparılmış.
- Karnı burnunda: Gebeliği çok ilerlemiş, doğumu yakın: Karnı burnunda hatunun. / Nazlı nazlı taşıyor mukaddes yükünü. (N. Hikmet)
Soru ve Yorumlar: 11
Kullanıyorum ve çok işime
Yarıyor bu site
ツ
Soru/Yorum Formu