|
Bir sayısı |
İçinde "bir" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:
- Bir abam var atarım, nerede olsa yatarım: Tek başına yaşayan bir kimsenin nerede olsa barınıp rahat edebileceğini anlatan söz.
- (Hep) Bir ağızdan: (Ağızdan ses çıkarmak anlamını veren eylemlerin belirteci olur) Hep birlikte: Bir ağızdan türkü söylediler.
- Bir alay: Bir çok, bir sürü, pek çok: Bir satır yazıda bir alay yanlışı çıkıyor.
- Bir alem: Kendine özgü bir niteliği olan: Bodrum bu yıl bir alemdi. O çocuk bir alemdir.
- Bir araba:
- Odun, kömür gibi kimi şeylerin ölçü birimi: Eve bir araba kömür yollamışlar.
- (mecazi) Pek çok, fazla.
- Bir araya gelmek: Bir yerde toplanmak, buluşmak: Bütün terslikler bir araya geldi.
- Bir aşağı bir yukarı: Amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır: Bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyor.
- Bir atımlık barutu olmak (kalmak): (deyiminin anlamı) Bir konuda harcayacak şeyleri pek kıt olmak.
- Bir avuç: Nitelediği şeye göre az ya da çok anlamında: Bir avuç toprak. Bir avuç insan. Bir avuç altın.
- Bir ayak evvel: Bir an önce.
- Bir ayağı çukurda olmak: Yaşayacak az zamanı kalmış olmak.
- Bir bakıma: Başka bir görüş ve düşünüşle: Bir bakıma sende haklısın. Bir bakıma tutumları haddini bilmezlikti (İlgili cümle kaynağı: N. Cumalı).
- Bir baltaya sap olmak: Bir iş sahibi olmak.
- Bir bardak suda fırtına koparmak: Önemsiz bir işi büyütüp olay çıkarmak.
- Bir ben, bir de Allah bilir: Anlatılan şeyin gerçeğini başkaları bilemez.
- Bir boy: Bir kez, hele: Bir boy gidelim, bakalım ne olacak.
- Bir boyda: Boyları eşit olan.
- Bir bu eksikti: Sıkıntılı bir durum varken bir başkasının çıkması üzerine söylenir.
- Bir çıktı, pir çıktı: Kendisinden beklenmeyen şeyler yapan kimseler için kullanılır.
- Bir çırpıda: Bir ele alışta, çabucak.
- Bir çift: (Söz için) Bir iki: Sana bir çift sözüm var dostum.
- Bir çuval inciri berbat etmek: Bir şeyi düzelteyim derken tümünü bozmak; onarayım derken yıkmak.
- Bir daha:
- Bir kez daha: Bir daha yaparsan döverim.
- Hiçbir zaman: Başladığı işe diretir, bir dediğinden bir daha dönmezdi (N. Cumalı). Bir daha size gelmem.
- Bir daha yüzüne bakmamak: Darılıp ilgiyi, ilişkiyi kesmek.
- Bir dalda durmamak: İşten işe ya da düşünceden düşünceye geçmek alışkanlığında olmak.
- Bir damla: Pek az ya da pek küçük: Bir damla çocuğun yaptığı işlere bak.
- Bir de:
- Olana katarak, fazladan: Sen, o, bir de ben. Bir de şunu düşünmeli ki...
- Umulan ya da beklenilen dışında bir durumu anlatan tümcelerin başına gelir: Bir de ne göreyim. O zaman bir de bakarsın ki, karşındaki sana düşman kesilmiştir. (S. Faik)
- Bir dediği bir dediğini tutmamak: Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız, gelişigüzel konuşmak.
- (Birinin) Bir dediğini iki etmemek: Her istediğini hemen yapmak.
- Bir defa (bir kere):
- Olup bitti anlatan cümlelere katılır: Bu iş oldu bir defa, ne yapalım.
- "İlkönce", "hele" anlamında da kullanılır: Bir kere sen benim dediğimi yap, ondan sonra istersen git.
- "Asıl önemli olarak" anlamına da gelir: Ev bir defa küçük, bundan başka, yeri de uzak.
- Bir derece (bir dereceye kadar): Biraz: Bu sıcak bir dereceye kadar çekilir.
- Bir deri bir kemik: Pek zayıf.
- Bir dikili ağacı olmamak: Evi ya da mülkü olmamak.
- Bir dirhem: Birazcık bile: Bir dirhem aklı yok.
- Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Verimi az, zahmeti çok olan bir iş görmek.
- Bir dostluk kaldı!: Az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi: Karpuza gel karpuza! Haydi efendiler, bir dostluk kaldı!
- Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte: (edebiyat) Türk halk masallarındaki devleri, cinleri betimlerken kullanılan, büyüklük, irilik belirten bir söz.
- (Birini) Bir düşüncedir almak: Uzun uzun düşünmeye, bir çözüm yolu aramaya başlamak.
- Bir eli kan, bir eli katran: Çeşit çeşit kötülükler yapmasıyla tanınmış kişi.
- Bir eli yağda bir eli balda: Varlık ve bolluk içinde bulunanlar için söylenir.
- Bir elinden girip bir elinden çıkmak: Kazandığını kolayca harcamak.
- Bir elini bırakıp ötekini öpmek: Aşırı saygı göstermek.
- Bir elle verdiğini öbür elle almak: Yapıyormuş göründüğü bir iyiliği, elde ettiği çıkarlarla karşısındakine pahalıya ödetmek.
- Bir gelmek: Eşit, denk olmak.
- Bir gömlek aşağı (düşük): Bir basamak, bir derece alt mevki.
- (Birinden) Bir gömlek fazla eskitmiş olmak: Birinden daha yaşlı ve dolayısıyla daha çok görmüş geçirmiş olmak.
- Bir göz gülmek: Hem gülüp hem ağlamak.
- Bir gün (an) evvel (önce): Olabildiği kadar tez.
- Bir güzel: Çok iyi, iyice: Bir güzel gezdik. Çocuğu bir güzel azarladı.
- Bir hal olmak:
- Kazaya uğramak, ölmek.
- Bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek: Sevinçten gülmekten bir hal oldular (S. Kocagöz). Çocuklar yapmayın, etmeyin demekten bir hal oluyorum.
- Huyu değişmek: Hiç böyle değildi, son günlerde ona bir hal oldu.
- Bir hayli: Epey, çok.
- Bir hoş: Tuhaf bir şekilde.
- Bir hoş olmak:
- Şaşırmak.
- Hüzünlenmek, bozulmak: Bir yol, akşam geç vakit, uzaktan uzağa seslerini duydum. Yüreğim bir hoş oldu. (Y. K. Karaosmanoğlu)
- Bir hoşluğu olmak: Bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak.
- Bir içim su: Bir kadının çok güzel olduğunu anlatır.
- Bir içim suya gitmek: Çok ucuza satılmak.
- Bir iki: Üçü geçmemek üzere pek az sayıda.
- Bir iki demeden (bir iki derken): Duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan.
- Bir işaretine bakmak: Bir işi yapmak için hazır bulunmak.
- Bir iştir olmak: Kötü bir durum olmak, artık yapacak bir şey olmamak, elden bir şey gelmemek.
- Bir kafada: Aynı düşüncede: Bu çocuklar hep bir kafada.
- Bir kalemde: Birden ve toptan.
- Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak.
- Bir karış: Çok kısa, çok az: Bir karış boyu var. Bir karış toprağı yok.
- Bir karış beberuhi: (alay) Çok kısa, cüce.
- (Elinden gelse, bıraksalar) Bir kaşık suda boğmak: Biri bir başkası için çok kin beslemek: Elinden gelse onu bir kaşık suda boğardı.
- Bir kazanda kaynamak: Pek iyi anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.
- Bir kere: Aslında: Bir kere o çok yalancı.
- Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Fazla gürültü, patırtı, telaş olmak.
- Bir kıyıda (kenarda): Göze çarpmayacak bir yerde.
- Bir kıyıya (kenara) atılmak: Önemini yitirmek, anılmamak, unutulmak.
- Bir kol çengi: Şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir.
- Bir koşu: Koşarak, koşa koşa, çabucak: Onlar bir koşu pencerenin altına geldiler (N. Cumalı).
- Bir Köroğlu, bir ayvaz: (halk dilinde) Bir karı kocanın, çocuklarından uzak olduğunu ya da hiç çocukları olmadığını anlatır.
- (Bir şeyi) Bir köşeye atmak: Gerektiğinde kullanılmak üzere bir yere koymak.
- Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Önem vermediği için aklında kalmamak.
- Bir lokma, bir hırka: Geçim konusunda, yeme, içme ve giyinmede pek azla yetinildiğini anlatır.
- Bir nefeste (solukta): (Söz ve içecekler için) Ara vermeden.
- Bir nice: Bir hayli, birçok: Bir nice zaman sonra...
- Bir numaralı: Birinci, başta gelen: O dünyanın bir numaralı futbolcusudur. Bir numaralı külhanbeyi.
- Bir o kadar: Ne kadar varsa o kadar daha, bir misli.
- Bir olmak:
- Hemen çabucak olmak: Başını yastığa koymasıyla uyuması bir oldu.
- Bir araya gelmek, işbirliği yapmak: Hepsi bir olmuşlar. Baba oğul bir oldular, evi onardılar.
- Bir o yana, bir bu yana: Rastgele, bir çok yerlere.
- Bir paralık etmek: Çok utanacak kötü bir duruma düşmek.
- Bir parmak bal olmak: Dedikodu konusu olmak.
- Bir pul etmemek: Hiç değeri olmamak.
- Bir punduna getirmek: Uygun bir durum ya da zaman ele geçirmek.
- Bir sıkımlık canı olmak: Pek cılız ve güçsüz olmak.
- Bir sıraya: Üst üste, ardı ardına.
- Bir solukta: Çabucak, çok kısa bir sürede: Romanı bir solukta okudu.
- Bir söyledi pir söyledi: İyice, adamakıllı konuştu.
- (Birinin) Bir sözünü iki etmemek: → Bir dediğini iki etmemek.
- Bir şey sanmak: (Bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) Gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek düş kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak: Bankacı deyince onu bir şey sandık.
- Bir şeyler bir şeyler: Lakırdının arkası da olduğunu sezdirerek sözü kısa kesmek için kullanılır.
- Bir şeyler (bir şey) olmak:
- Huyu, durumu, davranışı, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek: Son zamanlarda ona bir şeyler oldu.
- Bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek: Bana bir şeyler oluyor dedi ve bayıldı.
- Ölmek: Bana bir şey olursa çocuklar size emanet.
- Bir tahtada: Bir defada, yekten.
- Bir tahtası eksik olmak: (teklifsiz konuşmada) Akılca eksik, delice.
- Bir takiple: Sırasını getirerek, sırasını düşürerek.
- Bir tane: Biricik.
- Bir tarafa bırakmak (koymak): Önemsememek, benimsememek, ertelemek: Fakat bu düşünceyi hemen bir tarafa bıraktı. (S. Kocagöz)
- Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla iki ayrı sonuç elde etmek.
- Bir tuhaf olmak: Kendini iyi hissetmemek: Karnı sancılanıyor, bir tuhaf oluyordu (O. Kemal).
- Bir tuhaflığım var: Kendimi iyi hissetmiyorum.
- Bir tutmak (görmek): Eşit saymak, eşit görmek.
- Bir türlü:
- Başkaca kötü: Gelsem bir türlü, gelmesem bir türlü.
- Hiçbir yolla: Bir türlü onu kandıramadım. Bir türlü bir karar verip mektuba başlayamıyordu. (M. Ş. Esendal)
- Bir varmış, bir yokmuş: Bir masala başlarken genellikle söylenen bir tekerlemedir, beklenmedik bir zamanda ölen birinin ölümünden duyulan şaşkınlığı da anlatır.
- Bir yana:
- Şöyle dursun: Şaka bir yana, siz çok iyi insansınız.
- Ayırırsak: Turgut bir yana, çok severim arkadaşlarımı.
- (...) bir yana dünya bir yana: Belli bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanılan deyim: Kızım bir yana dünya bir yana.
- Bir yastığa baş koymak: (Karıyla koca arasında evlilik hakları ve alışkanlıklarından söz ederken) Birbiriyle evli bulunmak, sevgiyle paylaşmak: Bir yastığa baş koyuyorsunuz, bu hal size yakışır mı?
- Bir yastıkta kocamak: (Karıyla koca birlikte) Ayrılmadan uzunca bir ömür sürmek.
- Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak yeni şeyle karşılaşmak: Otel sahibi garsonlara hizmet ediyor galiba. Aa! Bir yaşıma daha girdim.
- Bir yere getirmek: Toplamak, biriktirmek.
- Bir yığın: Birçok, pek çok: Bu yüzden komşularıyla kiracılarına bir yığın baş ağrısı bırakıyordu gerisinde. (N. Cumalı)
- Bir yiyip bin şükretmek: Durumundan pek hoşnut olmak.
- Bir yol: Bir kez.
- Bir yolunu bulmak: Çok uğraşıp bir işi sonuçlandırmak için yol bulmak.
- Bire bin katmak: Çok abartmak.
- Bire ... vermek: (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) Toprak, ekilen tohumun ... katı kadar ürün vermek: Yorulmamış toprak mevsimin yağmurlu gitmesi neticesinde bire 60 verdi. (K. Tahir)
- Biri eşikte, biri beşikte: İrili ufaklı çocuğu olanlar için söylenir.
Soru/Yorum Formu