Yürek |
- (anatomi) Kalp.
- (mecazi) Yüreklilik, cesaret: Bu işi yapmaya yürek ister.
- Kimi deyimlerde "hiçbir gizli düşüncenin karışmamış olduğu duygu" anlamını verir: Yürekten kopmak. Candan yürekten.
- (halk dilinde) Mide, karın, iç: Yüreği bulanmak. Yüreği daralmak.
- (mecazi) Gönül: Belki insan yüreğini kökünden söküp atan ayrılıklar da vardır. (H. E. Adıvar)
Yürek ile ilgili deyimler ve anlamları
Yüreği yanmak |
( atasözlerine geç )
- Yürek burkmak: İnsanın içini acıyla doldurmak, insana çok üzüntü vermek: Kadın ve çocukların yürek burkan ağlamaları kulağının perdelerini adeta yırtıyordu. (S. Aydoğdu)
- Yürek paralamak: Çok üzmek: Haneden hıçkırıklar, ağlayışlar, yürek paralayan ağıtlar yükseliyordu. (M. R. Sadıkoğlu)
- (Bir kimsede) Yürek Selanik: (şaka) Çok korkak, ödlek: Cesur sanmayın beni, bende yürek selânik / İnsan üç buçuk atar yüreği olsa çelik (A. Nesin)
- Yürek soğutmak: Sevmediği birinin bir felakete uğramasına sevinmek: Adamı ite kaka götürürken, bütün kızlar "Oh oldu" diye yürek soğutuyordu. (E. Güllüoğlu)
- Yürek tüketmek (Yüreği tükenmek): Bir şeyi anlatmak için çok yorulmak: Kayalığın ucuna aman varmayın düşer, bir yerinizi sakat edersiniz diye yürek tükettim yine de söz dinletemedim, korktuğum başıma geldi. (K. Yedekçioğlu)
- Yürek vermek: Yüreklendirmek, cesaretlendirmek: Peki, nerde, o Devrim'e yürek katan, atılım sağlayan, yaşam aşılayan, yürek veren insanlar? (V. Günyol)
- Yüreklilik göstermek: Korkmamak, cesur davranmak: Cesaretin de ötesinde bir yüreklilik göstermişti, olmadık şeyler olur ve kimsenin gıkı çıkmazken onlar seslerini yükseltmişlerdi.
- Yüreksizlik göstermek: Korkmak, ürküp kaçmak: Bu tarzda hareket etmekle yüreksizlik göstermiş olduğumuza ise bugün bile kail değilim. (Varlık)
- Yürekten çağırmak: Aşırı derecede arzu etmek, istemek: Hangi ses yürekten çağırır beni sana / Geleceğim diyorum, takvim sorma bana (B. Karakoç)
- Yüreğe işlemek: Çok derin acı uyandırmak: Ömrünce yüreğe işleyen böyle kederli ses işitmemişti. Kalbinin tam ortasından vurulmuş gibi yığılıp kaldı. (A. Morkoç)
- Yüreği ağzına gelmek: Birdenbire çok korkmak: Hz. Ömer kendisine öfkelenmeye, bu yüzden göğsü körük gibi kabarıp inmeye başlayınca Zeyd'in yüreği ağzına geldi. (M. Y. Kandemir)
- Yüreği bayılmak: Karnı çok acıkmak: Hadi şu ateşi hazır edelim, açlıktan yüreğim bayıldı, Allah aşkına! (A. İlhan)
- Yüreği boğazına tıkanmak: Sıkılmak, üzülmek, dertlenmek
- Yüreği bozulmak: Bunalmak, sıkılmak: "Say ki yol yorgunluğu" karşılığını alınca yüreği büsbütün bozuldu. Ne demekti bu? (K. Tahir)
- Yüreği burkulmak: Çok üzülmek, çok acı duymak: Kıyamadı yüreği burkuldu ona, sanki bir hemşire değil de bir evlat gibi ilgilendi. (H. Şahin)
- Yüreği (içi) cız etmek (cızlamak): Aniden duyduğu kötü bir haber üzerine birine, bir şeye çok acımak, içi sızlamak: Sonra gözlerini daha yükseklere, bir zamanlar ay yıldızlı kırmızı bayrağın dalgalandığı yere doğru yükseltti. Göremeyince yüreği cız etti. (Y. Bahadıroğlu)
- Yüreği çarpmak:
- Coşku sebebiyle kalp hızlı hızlı çalışmak: Memleketi için daima yüreği çarpan temiz bir vatan evladıydı. (Y. Akbulut)
- Merak, kaygı, korku gibi duygular yüzünden içi tedirgin olmak: Korkudan yüreği çarpan elçiyi yanına çağırarak sakinleştirdi. (K. Yusufoğlu)
- Yüreği dağlanmak: Büyük acı, üzüntü duymak: Ona bir çift ayakkabı alamadığı için yüreği dağlandı, gözleri doldu.
- Yüreği daralmak: Sıkılmak, bunalmak, içi daralmak: Onu bulamayınca yüreği daraldı ve "Ey oğlum!" diyerek iç çekti. (A. Emini)
- Yüreği dayanmamak: Acısına katlanamamak, katlanılmaz acı duymak: Yüreği dayanmadı. Gözlerinden birer inci tanesi gibi iki damla yaş, yanaklarının üstüne düştü. (H. Adıgüzel)
- Yüreği ezilmek:
- Üzülmek, acı duymak: Usta ne yapacağını şaşırdı. Yüreği ezildi. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. (A. Taşgetiren)
- Açlık duymak.
- Yüreği ferahlamak: Kaygıdan kurtulmak: Yunus anlattı Tapduk Emre dinledi. Yunus anlattıkça yüreği ferahladı. Yüreği ferahladıkça gönlü rahatladı... (M. Uslu)
- Yüreği götürmemek (kaldırmamak): Acımak, üzülmek: Yüreği kaldırmadı. Bitkin, yerine oturdu, yıkılır gibi... (E. Atasü)
- Yüreği göz göz olmak: Dert, acı ve sıkıntıdan içi kabarmak, aşırı dertlenmek: Analar, yüreği göz göz analar gözyaşlarını içlerine akıtıyor; yavrularını gönderdikleri yerin Cennet olmasını dilerken bin parçaya bölünüyorlardı. (Z. Kayadelen)
- Yüreği hop etmek (hoplamak): Ansızın bir korku ya da heyecana uğramak: Kapı gıcırdayınca yüreği hop etti ve korkudan sıçradı. (M. İsfahan)
- Yüreği hun olmak: Çok üzülmek, içi hun olmak: Senin aşkının eleminden yüreğim hun oldu; dildarlık bu kadar olur (Yavuz Sultan Selim)
- Yüreği kabarmak:
- İçi sıkılmak: Yüreği kabardı aniden, sonra, gözlerinden taştı. (A. Ö. Çağlar)
- Heyecanlanmak, çok duygulanmak: Yüreği kabardı, gözleri doldu. Telgrafı sevinçle bir kere daha okudu. (A. E. Kavaklı)
- Midesi bulanmak.
- Yüreği kaldırmamak: Dayanamamak, katlanamamak: Artık evinden ayrı geçen günleri yüreği kaldırmıyordu. (T. Akansu)
- Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak: Anamın yüreği kalktı: "Hayırdır inşallah! Neye geldi bu?" (F. Baykurt)
- Yüreği kan ağlamak: Derinden acı duymak, çok üzülmek: Mahzundu. Mekke'den, Kâbe'den, vatanından ve sevdiklerinden ayrıldığı için yüreği kan ağlıyordu. (H. Kara)
- Yüreği kanamak: Aşırı üzüntüden sarsılmak: Anacığının hasretinden zaten yüreği kanıyordu. Nasıl reddedebilirdi?.. (İ. Parlatır)
- Yüreği kararmak: İçine karamsarlık çökmek: Bunları düşününce yüreği karardı, alnından soğuk bir ter aktı.
- Yüreği katılmak: Ağlamaktan ya da soğuktan nefesi tutulmak: O, yüreği katılan bir donmuş insanın son titremeleriyle iki çenesi birbirine vurarak cevap verdi: "Bilmem. Ne yapacağız? Bilmem." (H. R. Gürpınar)
- Yüreği kaynamak: İçinde şüphe ve endişe uyanmak: Yüreği kaynadı birden, acıdı. Sorageldi: — Bre, ne olur burada? (E. Işınsu)
- Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak ya da korkmak.
- Yüreği parçalanmak: Birinin üzücü durumuna çok acımak.
- Yüreği parça parça olmak: Pek çok acımak: Öyle kanlı yaşlar döktü ki, öyle feryâd etti ki, herkesin yüreği parça parça oldu. (E. Sarı)
- Yüreği parlamak: Coşmak, heyecanlanmak: Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır adam olmalı. (M. Ş. Esendal)
- Yüreği rahatlamak: Üzüntü ve kaygısı azalmak, kalmamak (→ İçi rahat etmek): "Oğlum" deyince, yüreği büsbütün rahatladı. (Y. Koray)
- Yüreği serinlemek: Üzüntüsü bir dereceye kadar azalmak: Kazandığı için biraz olsun yüreği serinlemişti ama bir yandan da buruktu içi... (A. Güneri)
- Yüreği sıkılmak: İçi sıkılmak, bunalmak: Yüreği sıkılıyor; bu bir heves mi, yoksa annesinin kendisine verdiği ceza mı diye düşünüp duruyordu biteviye otobüsün penceresinden dışarıyı seyrederken... (H. Karakaya)
- Yüreği sıkışmak:
- Kalbi düzensiz çalışmak: Durup, soludu derin derin. Yüreği sıkışıyordu, yine. (Türk Dili)
- (mecazi) Bir meseleden dolayı aşırı üzülmek: Pişmanlığı arttı. Bunu düşününce yüreği sıkıştı. (H. Sönmez)
- Yüreği sızlamak: Çok acımak: Gözden iyice uzaklaşmışlardı. Hazreti Yakup'un yüreği sızlıyordu. İçinde belirsiz bir sıkıntı oluşmuştu. (Y. Yenidinç)
- Yüreği soğumak: Düşmanın bir felakete uğraması dolayısıyla ya da ondan öç alarak içi ferahlamak: Sabah paydosundaki on dakika gecikmenin acısını almış, yüreği soğumuştu. (O. Kemal)
- Yüreği şişmek: Uzun uzun acı şeyler dinlemekten ya da sürekli ve sıkıcı bir durumdan üzülmek: Sabahtan beri arabesk dinlemekten yüreğimiz şişmişti.
- Yüreği titremek: Endişe, korku duymak: Fatma'nın yüreği titredi. Kocasına inanmak istemedi. (A. Tunç)
- Yüreği ürpermek: Çok korkmak: "Evimizin direği bir kahpe kurşuna kurban gittiyse?" deyip, yüreği ürperdi.
- Yüreği yağ bağlamak: İstenilen bir şeyin olmasından ferahlık duymak: O marsık suratlı Belma'nın ettiği yanına kalmıştı işte. Yüreği yağ bağlamıştı. (S. Saygı)
- Yüreği yanmak:
- Pek çok acımak, üzülmek, içi yanmak: Cevap beklediği ihtiyar adamın da yüreği yanıyordu evlat acısıyla. (Ş. Madan)
- Felakete uğrayıp büyük bir acı duymak: Metin'in içi fokur fokurdu, yüreği yanıyordu, dualar mırıldandı: — Allah sana hayır, huzur ve iyilikler versin, kötülerle karşılaştırmasın! Etrafa baktı. Tankları görünce öfkesi büyüdü. (A. E. Kavaklı 15 Temmuz...)
- Yüreği yarılmak: Çok korkmak: Bağırıp çağrışmamızdan, çırpınıp, dövünmemizden yüreği yarıldı kızcağızımın; korkacağı kadar korktu zaten yavrucak. (E. Balcı)
- Yüreği yerinden oynamak: Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak: Kapının çalındığını duyunca yüreği yerinden oynadı. Telaşla kalkıp nefesini tutarak kapıyı açtı... (A. Çimen)
- Yüreğinden çıkmamak: Unutmamak, içinden çıkmamak: Evlat acısı insanın yüreğinden çıkmıyor. Allah hiçbir anaya babaya vermesin... (İ. A. N. Sekizinci)
- Yüreğinden kan gitmek: Derin bir acı içinde olmak: Karısı kapıyı açıp da, onu böyle yüzü, gözü solmuş görünce, yüreğinden kan gitti, beti benzi kül kesildi. (E. C. Güney)
- Yüreğine dert olmak: Başkasının herhangi bir davranışı ya da kendisinin başkasına bir davranışı, sonradan kendisi için sürekli bir üzüntü kaynağı olmak: Olmaz, dedi ama, yüreğine de dert oldu. (İlgili cümle kaynağı: Y. Kemal)
- Yüreğine dokunmak: Tesir edip duygulandırmak, içine dokunmak: Çığırdıkları türkü, Vahdet'in yüreğine dokundu. Sevdiği kadının akıbeti o an düştü usuna. (H. Uman)
- Yüreğine inmek:
- Ansızın ölmek: Tasasından çok yaşamadı zavallı, yüreğine indi.
- Aşırı derecede üzülmek: Kadının yüreğine indi. Ne yapacağını şaşırdı. (A. Refik)
- (Birinin) Yüreğine işlemek: Onda çok derin acı uyandırmak: Bu türkü, türkü olmaktan çıkar, keskin bir bilinç hançeri gibi yüreklere işler. (A. Binyazar)
- Yüreğine kar yağmak: Kıskançlık duyup bundan ötürü üzülmek, kıskançlık duyarak üzülmek.
- Yüreğine kurt düşmek: Zarar geleceği şüphesine kapılmak, kuşkulanmak, içine kurt düşmek: Kapa çeneni! Herkesin yüreğine kurt düşürme bu palavralarınla... (N. Cumalı)
- Yüreğine od (ateş) düşmek:
- Duyulan acı nedeniyle yüreği yanmak: Onun bu sözü üzerine halkın yüreğine od düştü. (Atsız)
- Şiddetli arzu ile yanmak: Oğuz Kağan onu görünce usu (aklı) gitti, yüreğine od düştü. Onu sevdi, aldı. (İ. Sarı)
- Yüreğine oturmak: Aşırı ölçüde üzülmek: Bu ayrılık yüreğine oturdu onun. Ona çok büyük bir darbe oldu.
- Yüreğine saplanmak: Aşırı derecede acı duymak, içine oturmak: Mektubun her satırı adeta yüreğine saplandı ve onu sarstı. (A. Erol)
- Yüreğine su serpilmek: Bir kimse, kaygı nedeninin ortadan kalkması ya da yeniden umut verecek bir haber alması üzerine ferahlamak: Yaşlı kadının yüreğine su serpildi birden. "Sahi mi diyon, oğlum?" Gözleri bu sefer mutluluktan dolmuştu. (Ö. Tüm)
- Yüreğini açmak: Kalbini açmak, derdini dökmek, içini dökmek, senli benli konuşmak ve davranmak: Burkay ona yüreğini açtı. Sevdiği kızı anlattı. "Bana onu verirsen senin ordunda çeri olurum." dedi. (H. N. Atsız)
- Yüreğini ateş almak: Aşırı üzülmek, fazla üzüntüden içi yanmak: Gülbahar'ın yüreğini ateş almış yanıyordu. (Y. Kemal)
- Yüreğini dağlamak: (Birine) Büyük acı, üzüntü vermek: Peygamber'in bildirdiği şu ayet, Peygamberi canından çok seven Ebû Bekir'in yüreğini dağladı: "İşte bugün, sizin için dininizi kemâle erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım..." (B. N. Güler)
- Yüreğini eritmek (sızlatmak): Çok üzmek: Mert bir adamdı. Ölümü, yüreğini sızlattı. (A. E. Kavaklı)
- Yüreğini hoplatmak: Heyecanlandırmak: Üstünden geçen ve müthiş bir gürültü koparan top sesi yüreğini hoplattı. (A. E. Kavaklı)
- Yüreğini pek tutmak: Kendini korkuya kaptırmamak: Milletinin alnı açık tarihini belleyerek başını dik, yüreğini pek tut.
- Yüreğini serinletmek: Üzüntüsünü azaltmak: "... Sen böyle iken Yüce Allah seni üzmez" diyerek yumuşak bir sesle eşini sakinleştirdi. Bu sözler Efendimiz (sav)'in yüreğini serinletti, içini ferahlattı. (M. Kocaer)
- (Birinin) Yüreğini tüketmek: Bir şeyi anlayıncaya kadar anlatanı çok yormak ya da anlatan dinleyeni çok yormak: Adeti bu, yaşadığı bir olayı derli toplu anlatamaz; ayrıntılara dağılır, en sonra söylenmesi gerekeni en başta söyler; dinleyenin yüreğini tüketir. (A. İlhan)
- (Kendi) Yüreğini tüketmek: Bir şeyi anlatmaya çalışarak yorulmak.
- Yüreğini yaralamak: Acı vermek: Şimdi ondan ayrılma fikri, onu bir daha görememe düşüncesi kahretmiş, yüreğini derinden yaralamıştı. (S. Öztürk)
- Yüreğinin yağı erimek:
- Çok üzülmek: "Ağlayacakmış gibi dolaşıyordur şimdi insanların arasında garibim," diye geçirdi içinden. Yüreğinin yağı eridi. (M. Atilla)
- Çok korkmak: Öyle ki kâfirin yüreğinin yağı eridi, korkusundan içine titreme düştü... (Neşri tarihi)
- Acısı yüreğine işlemek: Bir şeyin acısını çokça duymak: Uğradığı felâket acısı yüreğine işledi. Vatanın düşman istilâsına düşmesine dayanamadı. Esirlik gururuna dokundu. Hastalandı. (M. Z. Konrapa)
- Altın yürekli olmak: Çok iyi niyetli, merhametli olmak: Bu köy halkının kendisine karşı bir kötülükte bulunacağını havsalasına sığdıramayacak kadar civanmert ve altın yürekliydi. (Y. K. Karaosmanoğlu)
- Mangal gibi yüreği olmak: Çok cesaretli olmak: Yaman cengâver o. Kene gibi yapıştı. Kâfiri bırakmıyor. Mangal gibi yüreği varmış diyorlar. (Efem)
- Yere bakan yürek yakan: "Uysal ve uslu göründüğü hâlde alttan alta iş çeviren, sinsice kötülük yapan" anlamında kullanılan bir deyim: "Sus... Zavallıymış... O ne içten pazarlıklı, o ne yere bakan yürek yakan ben bilirim. Siz safsınız, çözemezsiniz." (N. Serimoğlu)
Yürek ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "yürek" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )- Yürek yanmasa göz yaşarmaz: Kişinin içinde hissettiği acının veya üzüntünün dışarıya yansıyarak göz yaşlarıyla ifade edildiğini anlatır.
- Ayı tüfekle değil, yürekle vurulur: Zor bir sorunu çözmek veya bir tehlikeyle başa çıkmak için sadece fiziksel güce değil, daha çok içsel güce, cesarete ve kararlılığa ihtiyaç olduğunu vurgular.
- Canın nerde, yüreğin orda: Bir insanın en çok korktuğu şey canına zarar gelmesidir.
- Çömlek ana yüreği, tencere baba yüreği: Anne sevgi bakımından çocuğa babadan daha güçlü bir bağ ile bağlıdır. (Çömlek ateşten indirilince bir müddet daha kaynar, tencere ise iner inmez kaynaması durur)
- Demirci yüreği, demirden sert gerek: Bazı durumlarda sertlik ve dayanıklılığın önemli olduğunu ve başarılı olmak için güçlü olmanın gerektiğini vurgular. Bir zorluğun üstesinden gelmek isteyen kişi, kararlılık, inanç ve güç gibi niteliklere sahip olmalıdır.
- Delinin yüreği ağzında, akıllının dili yüreğindedir:
- Deliler düşüncelerini ve duygularını doğrudan ve çekinmeden ifade ederken içlerinden geçenleri hemen söyleyerek dürüst ve cesur olurlar. Akıllı insanlar daha sakin ve düşünerek konuşur, duygularını ve düşüncelerini daha dengeli bir şekilde ifade ederler ve konuşmadan önce düşünürler; iç dünyaları ve gerçek duyguları, sözlerinin ardında gizlidir.
- Cahil ve beceriksiz kişiler çok konuşur fakat ellerinden hiç bir iş gelmez. Akıllı kişiler ise az konuşur fakat çok iş yaparlar.
- Dil yüreğin açığını söyler (Ağız, yüreğin taşkınını söyler): "Kişi içindeki duygularını, bilgilerini dile getirir" anlamında söylenen bir atasözü.
- Elin ayranı yürek soğutmaz: Birine yardım eden kişi ona her şeyini vermez. Bu yüzden başkasından gelen yardım ihtiyacı karşılamayabilir.
- Ev yanığı etekte, evlat yanığı yürekte:
- Maddi dünya ile ilgili şeyleri kaybettiğimizde o kadar çok üzülmeyiz, ama bir yakınımız öldüğünde onu kaybetmenin acısını yüreğimizde duyar, sarsılırız.
- Anne baba evladını kaybedince çok üzülür.
- Gamlı yürek ölmese de dirilmez: Sıkıntı ve dert içinde yaşayan kişi bu yüzden ölmez, fakat bu üzüntü onu daha çok yıpratır.
- Gelinliği pekmez sandım, yüreğimi yakmaz sandım: İnsanların evlilikte veya hayatta bazen beklentilerinin gerçekleşmediğini, her şeyin göründüğü gibi olmadığını veya umdukları sonuçları alamadıkları durumlarla karşılaşabileceklerini belirtir.
- Her kimin bağı var, yüreğinde dağı var (Dağda bağın var, yüreğinde dağın var)*: Malı, mülkü veya evladı olanlar kaygı ve tasadan uzak olamazlar.
- Hırsızda yürek olmaz: Hırsız işini yaparken sessiz olmaya, görünmemeye büyük özen gösterir. Ve böylece de zamanla daha korkak bir insan olur.
- İnsan ihtiyarlar, yürek ihtiyarlamaz: İnsan yaşlandığı zaman eski gücünü kaybedebilir ama arzularını tamamen kaybetmez.
- İnsanı görürsün, yüreğindekini ne bilirsin: Dış görünüşün bir kişinin iç dünyasını veya gerçek duygularını veya niyetlerini yansıtmayabileceğini ifade eder. Birinin yüzeydeki haliyle içsel durumunu veya gerçek hislerini anlamak zordur.
- İnsanın yüzü, yüreğinin aynasıdır: Bir kişinin iç dünyasının, duygularının ve düşüncelerinin genellikle yüzüne ve bakışlarına yansıdığını ifade eder. Yani, bir kişinin yüz ifadesi ve davranışları genellikle onun içsel hali hakkında bilgi verir.
- Karpuz kesmekle yürek soğumaz: Bir kişiden zarar görüp, bunun öcünü başka bir kimseden çıkarmak zararı telafi etmez.
- Kazanan çöreğini kabartır, kazanmayan yüreğini: Çalışkan kişi geçim sıkıntısı çekmez. Tembel işten kaçan kişi ise sıkıntı içinde yaşar.
- Kızımı ele verdim, yüreğime bere verdim: Anne baba kızını gelin gönderdiği zaman ister istemez bir süre onun boşluğunu hisseder (bere: Vücutta darbe sonucu oluşan çürük, ezik).
- Ne kork, ne korkunu yüreğinden çıkart: Cesur olmak iyi bir şeydir, fakat zarar göreceğini bile bile bir şeyin üzerine korkmadan gitmek aptallık olur. Hele de mesele önemsiz bir şey ise.
Yürek ile ilgili birleşik fiil ve kelimeler
- Yürek acısı: Derin üzüntü: Bir yürek acısı var, aşktan doğan bir tatlı yürek acısı... (F. Bozkurt)
- Yürek çarpıntısı: (deyiminin anlamı) Merak, kaygı, korku gibi duygular yüzünden uğranılan iç tedirginliği: Eski bir yürek çarpıntısı kalp sızısı / Yıkık dökük bir sevdanın kalıntısı (F. Uludağ)
- Yürek karası: İşlenen bir günahtan sonra duyulan sürekli ve üzücü pişmanlık: Hem haz, hem yürek karası varsa ortada, hangisi daha büyüktür? (Türk Dili)
- Yürek yarası: Büyük keder: Bıçak yarası geçer de yürek yarası geçmez derler ya. (M. Karaburç)
- Yürekler (içler) acısı: Çok üzücü, çok acıklı: Düşmanın işgaline uğramış köy ve kasabalardan göç etmiş nice mazlumların yürekler acısı hallerini, onların anlattıklarını defalarca görmüş ve dinlemişti. (A. Kurdoğlu)
- Yürekli: Tehlikeyi korkusuz karşılayan, koçak: Yürekli bir arkadaş. Yürekli tek bir adam bize yeter...
- Yürekten: Temiz duygularla ya da sevgiyle: Sevdiğiniz birisine en son ne zaman yürekten bir söz fısıldadınız?
- Yüreği ağzında: Korku ve heyecan dolu bir durumda: Her gece "İnşallah çocuklarıma bir şey olmaz" diye dua ediyor, günlerini yüreği azında geçiriyordu. (C. Demir)
- Yüreği dar: İçi çabuk sıkılan: İnsanın yüreği dar olunca, her mekân küçük geliyor. İstersen saraylarda ikamet et. (A. G. Tunçyürek)
- Yüreği delik: Dertli olan kimse: Bu, yüreği delik deşik olan ana, konu komşu bir araya geldikleri zaman dertlenir "iyi çocuktur benim oğlum, bir gün anlarsınız" dermiş. (Ş. Sıtkı)
- Yüreği dolu:
- Uzun zamandan beri hınç biriktirmiş: Bağrı ve yüreği dolu olarak kara ayaklanışın elebaşısını ve daha bir sürü caniyi yakalatarak Divanı Harbe verdi. (H. İ. Dinamo)
- Gönlünde bir sevdiği olan: Bakmış kızın zaten yüreği dolu, o gece yemin etmiş. "Herkes karım bilse de dünya ahiret bacımsın..." (S. Ünlü)
- Gönlünde İlahi sevgi bulunan: Kesesi dolu olanlar değil yüreği dolu olanlardır gerçekte zengin olanlar... (N. Cumalı) Yüreği dolu olanın görüntüsü veli olur, görüntüsü deli olanın da zaten yüreği yansımıştır dışına. (M. Karaburç)
- Yüreği geniş: Hiçbir şeyi kendine tasa etmeyen: Fakat gerçekten yüreği geniş, çelebi bir insan olan Asaf Halet Çelebi bunun hiç üzerinde olmadı, tatlı konuşmasını konu tükeninceye dek sürdürdü. (Ö. F. Toprak)
- Yüreği katı: Acınacak durumlar karşısında duygusuz kalabilen, katı yürekli: Nerede bir zalim hüküm sürer, etrafına bir sürü dalkavuk tüner; öyle ya, yüreği katı olanın yanına merhametsiz gerek. (H. Yolcu)
- Yüreği pek:
- Yüreği katı, merhametsiz, duygusal olmayan, acı duymayan: "Sözlerin yüreği pek birinin sözleri," diye haykırdı...
- Tehlikeyi korkusuz bir biçimde karşılayan, yürekli, cesur: Bu savaşı yüreği pek olan kazanacaktı.
- Yüreği rahat: Hiçbir üzüntüsü, derdi, kaygısı olmayan (kimse): Yüzü, yüreği rahat bir adamın sabah güzellikleriyle mest oluşunun zevkiyle aydınlanmıştı. (C. Uçuk)
- Yüreği temiz: Temiz yürekli, saf, iyi niyetli olan (kimse): Ah bu yüreği temiz annem! Nasıl da güzel bir kalbi vardı. Keşke herkes onun kadar saf olabilseydi, onun kadar temiz kalabilseydi. (Z. D. Balcı)
- Yüreği yanık: Duygulu, hassas olan (kimse): Ümmetimin yüreği yanık kadınlarından, dini ile dertlenmiş ciğerlerinden birini gördüm gözlerimin önünde. (N. Yıldız)
- Yüreği yaralı (dağlı):
- Gönlü yaralı, aşık, tutkun olan kimse: Tarihler yazmadı savaşa giden gençlerin geride bıraktığı yüreği yaralı kızların acısını. (E. Sarı)
- Felakete veya üzüntülü bir duruma uğramış: Bu melek, bu yüreği yaralı, bu evlat acısı çeken adam bana insanların en değerlisi gibi gözüktü. (M. Karaca)
- Yüreği yufka: Acıklı durumlara hiç dayanamayan, yufka yürekli: Ana yüreği yufka olur. Ailede üzüntü olduğunda en fazla o kederlenir; ağlandığında en fazla gözyaşı onun payına düşer. (İ. Sarı)
Ayrıca bakınız:
Soru ve Yorumlar: 1
Soru/Yorum Formu
»