- (Bir şeyden) Söz açmak: Bir konu üzerine konuşmaya başlamak: Suratı gevşedi. Cepheden söz açtı. Şehitlik mertebesinden söz açtı. Osmanlının zaferi için dua etti... (A. Sayar)
- Söz ağzından dirhemle çıkmak: Çok az konuşmak: Pek edalıydı. Söz ağzından dirhemle çıkıyordu. Öyle bizim mahalle kızları gibi bir dakika içinde sekiz-on lakırdının belini büken takımından değildi. (H. R. Gürpınar)
- Söz almak:
- Konuşmaya başlamak: Avukat ihsan bey söz aldı: "Taraflar anlaştılar, kararları geçerlidir, hâkimim." dedi. (A. Bayram)
- (Bir şeyin) Yapılacağı vaadini almak: Cenâb-ı Hakk onlardan söz aldı: Allah'tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz. Anne babaya itaat edeceksiniz ve onlara güzel muamelede bulunacaksınız... (H. Tokak)
- Söz altında kalmamak: Kendisine dokunan sözüne gereken cevabı vermek: Nasreddin Hoca, her fırsatta taşı gediğine koyar, asla söz altında kalmazdı.
- Söz anlamaz:
- Söz dinlemeyip kendi bildiğinde inat eden: Ne yazık ki, sonraları, gitgide işi azıtarak söz anlamaz, ferman dinlemez bir hale geldi (G. Balcı). Ah ah be söz anlamaz laf dinlemez yüreğim ne çok da seviyordu bu kızı. (S. Ünlü)
- Kaba, aptal (kimse): Çok inatçı, söz anlamaz ve oldukça küstahtılar. (A. Ünal)
- Söz anlayan beri gelsin: Aranızda laftan anlayan yok: Sen onu git bir istida ile anlat anlatabilirsen. Söz anlayan beri gelsin, kime söylüyorum.
- Söz ayağa düşmek: Bir sorun, karışmaları gerekmeyen değeri düşük kimselerin ağzına düşmek: Söz ayağa düşmüş; devletlilere yakışacak devlet işleri, siyasetten ve idareden habersiz kitlelerin diline ve eline, sakız gibi bulaşmış kalmıştı. (S. Ayverdi)
- Söz bir, Allah bir: Verilen sözden dönülmeyeceğini anlatan bir söz: "Sen gönlünü rahat tut!" dedi Fahri Usta "Bizde söz bir, Allah bir!" (C. Gündoğdu)
- Söz çıkmak: Ortalıkta bir haber dolaşmak: Komşuya çok sık gidip gelmemizden mahallede söz çıkmış, mikropluk yapmak isteyenler var ayağınızı biraz çekin. (K. Yedekçioğlu)
- Söz dinlemek: Öğüt tutmak: "Şimdi durmazsan daha da beterini yapacaksın. Sana son sözüm: Söz dinle!.." (S. Kaymaz)
- Söz düşmek / düşmemek: Bir konuda düşüncesini açıklama hakkı doğmak / doğmamak: Sizin olduğunuz yerde bize söz düşer mi? Biz de sizi dinlemeye geldik (H. Ertuğrul). Her lafa karışma öyle. Büyükler konuşurken küçüklere söz düşmez. (C. Miroğlu)
- Söz ehli: Tatlı dilli, lakırdısı çekilen, kendini tatlı tatlı dinleten kimse, söz üstadı: Gönül zemininin bitkileri de fikirlerdir; onlar, gönül sırlarını aksettirirler. Bir söz ehli bulunsa mecliste, gül bahçeleri gibi yüzbinlerce gül biter! Fakat söz bilmezin biri de bulununca gönülden nükteler kaçar. (Mesnevi Şerif)
- Söz eslemek: Söz dinlemek, kulak vermek, nasihat almak, söylenilen şeyi dikkate almak: Gel söz esle kömür gözlüm. Gel beni diğne. Ele güne karşı etme, eyleme. (A. Yüce)
- (Bir şeyi) Söz etmek: O şey üzerine konuşmak, o şeyin dedikodusunu yapmak: Yıllardan sonra görüşünce eski günlerden, çocukluğumuzdan söz ettik. Biliyor musun, onun söz ettiği pek çok şeyi ben anımsamadım, benim söz ettiklerimi de o anımsamadı. (B. Sönmez)
- Söz geçirmek: Dediğini, buyruğunu yaptırmak: "Her şeyin mülkiyeti elinde olan, her şeyin Malik'i, her şeye egemen olan, her şeye söz geçiren kimdir?" ... Tabii ki deli değilsen, Allah'tan başka bir varlık, diyemezsin. (A. Batur)
- Söz gelmek: Bir eleştiriye konu olmak, yerilmek: Bayram Hazretleri'ne kem söz gelmiş. Araya giren devlet ricâli, mes'elenin yeniden ve bî-tarafhey'et mârifetiyle bir def'a daha tahkîkini dilemiş. (T. Güler)
- Söz getirtmek: Hatalı davranışlarıyla kendisine ya da bir başkasına üzücü sözler söylenmesine yol açmak: "Bak! Sakın bize laf, söz getirtme, ele güne rezil olmayalım, el âlem duymasın, sonra bizim hakkımızda ne der, ne düşünürler?" (D. Dündar)
- Söz götürmek: Hakkında şu ya da bu düşünce ileri sürülebilmek: Bir kere bu tehlikenin ortadan kalkıp kalkmadığı ciddi söz götürür. (E. B. Ekinci)
- Söz götürmez: Doğruluğunda kuşku olmayan: Yoksa bilimsel dayanaktan yoksunluğu söz götürmez bir biçimde kanıtlanmış bir sava sığınmazdı bir daha. (E. Özdemir)
- Söz işitmek: Azarlanmak: Çok söz işitmiş isem de ne yalan söyleyeyim, burada hiç eziyet görmedim.
- Söz kaldıramamak: Kendisine dokunan söze dayanamayıp karşılık vermek.
- Söz kesmek: (En çok evlenme işlerinde) Anlaşıp kesin karar vermek: Bir ara tatilinde iki aile bir araya gelip söz kestiler. Okullar kapanınca evleneceklerdi. (Ö. Bay)
- Söz konusu: Sözü edilen, şu anda üzerinde konuşulan şey: Yusuf, söz konusu şiirinde daha sonra çabucak geçip giden gençliğine seslenir ve ona yeniden geri gelmesi için yalvarıp yakarır. (T. Tekin)
- Söz konusu olmak (etmek): Konuşulmak, konuşmak; söz edilmek, söz etmek: Osmanlı Devleti, söz konusu olan dönemde Makedonya'da yaşayan azınlıklara bütün temel hak ve hürriyetleri temin etti.
- Söz olmak: Dedikodu yapılmak ya da bir iş, hoş görülmediği ileri sürülerek konuşulmak: "Söz olur kızım konuşma sen erkeklerle böyle geç vakit." (S. Kurt)
- Söz sahibi: Bir konuda bilgisi ya da yetkisi olan kimse: Tefsirde, fıkıhta, kelamda has bir yere sahip olduğu kadar, fizik, matematik, kimya, astronomi, tıp sahasında da söz sahibiydi. (M. Akar)
- Söz sahibi olmak: Konuşmaya yetkili olmak: Yalnız ara sıra akıllarına estikçe para verdiler. Buna karşılık dergide bizler gibi onlar da söz sahibi oldular. (A. Özyalçıner)
- Söz sözü açmak: Bir konudan konuşurken hemen arkasından türlü konulara geçmek: Söz sözü açtı muhabbet okul anılarına, okul arkadaşlıklarına geldi.
- Söz tutmak: Öğüt dinlemek: Çalışma diyorum sana. Söz tut biraz! (T. Apaydın)
- Söz uzamak: (Karşılıklı konuşma, söyleşi için) Uzun sürmek: Şeyh onunla sohbete daldı. Söz uzadı. Sonra öyle ince ve derin ilimden bahsolundu ki, ben söylenenleri anlayamıyordum. Sanki dilsizmişim gibi bir kelime söyleyemedim. (Ariflerin menkıbeleri)
- Söz vermek: (deyiminin anlamı) Bir işin yapılacağını kesinlikle bildirmek: Mazlumun ağını yerde bırakmamaya söz verdi. Ant içti... Sevdasına reva görülen vahşetin hesabını sormak için ant içti. Yeminler etti... (K. T. Yıldız)
- Söz yok!: Hakkında hiçbir şey söylenilemez: "Kızıma söz yok arkadaş. Kızım bir tanedir benim. Eminem gibi kız var mı?" (Y. Güney)
- Sözde kalmak: Yalnız sözü edilip gerçekleşmemek: Bana dürüstlükten bahsetme sevgili / Verdiğin sözler sözde kaldı. / Kokunu başkası kokluyor / Gözlerin başkasına bakıyor (S. Ünsal)
- Söze atılmak: Bir konu konuşulurken birden araya girip konuşmaya başlamak: "Demek benden gizlediniz," dedi. Ferhat hemen söze atıldı: "Affedin bizi hocam. Onsuz ya da sizsiz tadı olmazdı ki." Gülümsedi. Belli ki bu cevap hoşuna gitmişti. (Y. Asal)
- Söze başlamak: Bir konu hakkında konuşmaya başlamak, bir konuya girmek: İlk soruyu sormadan o, söze başladı: Bu fırsatlar bir daha ele geçmez kısım. Bir dediğini iki etmiyoruz. Neyin eksik? Babandan bir şey öğrenmen için çevresinde fır dönmen gerekir. Biri üzmek istemezsin değil mi? (E. Güneş)
- Söze karışmak: Başkaları konuşurken araya girip konuşmak: Öteden annem söze karıştı: Söyleyene değil, söyletene bak oğlum. (V. Saygel)
- Söze son vermek: Konuşmayı bitirmek: Ferman pâdişâhımındır! deyü söze son verdi. (M. Naima)
- Sözü açılmak: Bir şey üzerinde konuşulurken o konuda söz söyleme olanağı bulunmak: Sözü açılmışken sorayım sana, bir taşın değerini ne belirler? Mesela elmas neden çakıl taşından daha değerlidir? (B. Kanat)
- Sözü ağzına tıkamak: Birinin rahatça konuşmasını engelleyip susturmak, söylemesine imkân tanımamak: "Aman beyim," diye itiraz edecek oldu. Çaka Bey sözü ağzına tıkadı: "Yarın sabah yola çıkıyoruz dedim. Karada mertlik taslamak yaraşmıyor size. Görelim nice yiğitlersiniz." (Y. Bahadıroğlu)
- Sözü bağlamak: Konuşmayı bir sonuca vardırmak: ... onlarla fazla tartışmadı. Tamam, sizin dediğiniz olsun, diyerek sözü bağladı. (E. Sarı)
- Sözü çevirmek: Önceden söyleyeceği sözün anlamını sakıncalı bularak, başka türlü konuşmak: Bu konudan hoşlanmadığımı anlayınca sözü çevirdi, fazla seyahatlerle vücudumu ve dolayısıyla sinirlerimi yormuş olabilmekliğim ihtimali üstünde durdu. (K. Nadir)
- Sözü edilmek:
- Adı anılmak, bahsedilmek: "Bu bilmecede sözü edilen kişi Evliya Çelebi'den başkası olamaz," dedi kendi kendine. (K. A. Çakman)
- Önemli sayılmak: Sırtlarını dönüp, dışladıkları bu "çirkin adam" nihayet sözü edilir bir kişi haline geliverdi. (M. Ergün)
- Sözü geçmek:
- Söz geçirmek: Fakat ne yapalım? Hastalık oldu mu, doktorun sözü geçer. (Peyami Safa)
- Bir kimse ya da bir şey hakkında konuşulmak: Birinin sözü geçti ve onu çok övdüler. Bu arada sözü edilen adam çıkageldi... (İmam-ı Gazali)
- Sözü mü olur?: Üzerinde konuşacak kadar önemi yok: Daha ne yapacaksın, ta oralardan kalkıp, buralara kadar geldin ya. Senin bizim için yaptıklarının yanında bunun sözü mü olur. (H. Tuncay)
- Sözü tartmak: Ölçülü konuşmak: Söylediğin sözü tart ta söyle anne... Kopuk dediğin adam, benim sevgilimdir. Onun uğrunda canımı bile veririm...
- Sözü uzatmak: Gereğinden çok konuşmak: Ertuğrul ile konuşmak Alp Sofi'nin o kadar hoşuna gitmişti ki, sözü inadına uzatıyor, bir yandan da tefekkür deryasından derlediği hikmetli sözlerle, çocuğun iç alemindeki derinliği ölçüyordu. (Y. Bahadıroğlu)
- Sözü yere düşmek: Sözü dinlenmemek: Onlara bir emir verdi mi bunlar mutlaka o emri yerine getirir mutlaka o sözü yere düşürmezlerdi. (Ö. R. Doğrul)
- Sözüm (söz) meclisten dışarı (yabana): Şimdi söyleyeceklerimden kimse alınmasın, sözlerimin bu topluluktakilerle ilgisi yoktur: Birçok kişi —söz meclisten dışarı— vitrin mankeni misali kendini gösterme ve öyle iş kapma derdindedir.
- Sözüm ona: (halk dilinde) Önemsenmeyen, hafife alınan, küçümsenen şeyler için alay yollu olarak "güya, sanki, sözde" kelimeleri yerine kullanılır: Sözüm ona büyük işler başarmış. Sözüm ona eğleniyorlar.
- Sözüm söz: Verilen sözde durulacağının önemle altını çizmek: Baba, gömleğini gösterip: "Hoca, bu kirli gömleği satacağım yine de bu çocuğu okutacağım, sözüm söz." dedi. (S. Ulutürk)
- ... sözüm yok: Tenkit edilecek bir taraf görmüyorum, diyeceğim bir şey yok: Öyle olmayanlar amenna... Sözüm yok. (T. Erdem)
- Sözün ardı boşa çıkmak: Verilen söz olumlu bir sonuca ulaşmamak.
- Sözünde durmak: Verdiği sözden dönmemek: Derviş Paşa sözünde durdu, toplarını susturdu ama Venedikliler sözlerinde durmadılar şehre giren Türk askerline saldırılarını sürdürdüler. (H. Erdem)
- (Birinin) Sözünden çıkmamak: Birinin sözlerine göre, istekleri doğrultusunda davranmak: Süleyman bir daha ustasının sözünden çıkmadı. İşinin ve mesleğinin hakkını hep verdi. (İ. Çolak)
- Sözünden dönmek: Verdiği sözü yerine getirmemek veya tutmamak: Fakat Firavun yine sözünden döndü. İman etmediği gibi Yakup evlâtlarının Mısırdan çıkıp gitmelerine de müsaade etmedi.
- Sözünden dönenin kaşığı kırılsın: Verilen sözden dönülmemesi gerektiğini bildiren şaka yollu bir söyleyiş: – Vaz mı geçiyorsun? – Hayır ne vazgeçmesi, sözünden dönenin kaşığı kırılsın...
- (Birinin) Sözüne gelmek: Birinin söylediğini sonradan kabul etmek: "Ben sana dememiş miydim güzel olur diye? sözüme geldin mi şimdi?" dedi. (İ. Aksoy)
- Sözüne sadık kalmak: Verdiği söze bağlı olmak, sözünden dönmemek: Ve, hayata gözlerini kapayıncaya kadar sözüne sadık kaldı. (M. Unan)
- Sözünü bağlamak: Konuşmasını bitirmek için son sözlerini söylemek: "Kısmetse olur" diyerek sözünü bağladı. (N. Cumalı)
- Sözünü balla kesmek: Karşısındakinin konuşmasını kesip arada bir şey hatırlatmak istenildiğinde, ondan özür dileyip kibarca izin istemek: Kitabede de okuduk, inanç merkezi olarak kullanıldığına dair bilgi yoktur. Belki anıtsal desen evet akla yatkın..." "Sözünü balla kesiyorum şef. Bende aynı kanıdayım. Anıtsal bir anlamı olabilir." (G. Karahan)
- Sözünü bilmek: Akıllı uslu konuşup başkasını rahatsız etmemek, yerinde, güzel ve tutarlı konuşmak: Sözünü bilen kişinin, yüzünü ak eder bir söz, / Sözü düşünüp diyenin, işini sağ eder bir söz. / Söz olur keser savaşı, söz olur bitirir başı, / Söz olur zehirli aşı bal ile yağ eder bir söz. (Yunus Emre)
- Sözünü bilmez: Bir sözü, nereye varacağını düşünmeden söyleyen, patavatsız: Sohbetin sözünü bilmez, / Sözünün yüzünü bilmez, / Ne gafil, özünü bilmez, / Hayvan nedir şimdi bildim. (M. Y. Dağlı)
- Sözünü esirgememek: Düşündüğünü, karşısındakini kıracak bir söz olsa bile, söylemekten çekinmemek: ... Bundan olacak, Maraş'ta hakperest, sözünü esirgemez, biri yalan söylese yalanını hemen yüzüne vurur, politik tipten hoşlanmaz, kimseye eyvallah etmez, içi dışı bir insana deli denir. (Y. Alparslan)
- Sözünü etmek: Birinden veya bir konudan söz etmek, onunla ilgili olarak konuşmak: Dün bol bol senin sözünü ettik. (N. Muallimoğlu)
- Sözünü geri almak:
- Üstüne aldığı bir işten vazgeçtiğini söylemek.
- Söylemiş olduğu dokundurucu bir sözde haksız olduğunu kabul ederek onun söylenmemiş sayılmasını istemek: Sözünü geri aldı. Mesele kapanmıştır. (C. Çetintaş)
- Sözünü kesmek: Biri konuşurken söze karışıp onun konuşmasına fırsat vermemek: Karşısına münasebetsiz biri oturmuş, ikide birde Haver Bey'in sözünü kesiyordu. (M. Yesari)
- Sözünü sakınmamak: Söylemekten çekinmemek: Sözünü sakınmaz bir babayiğitti. Başının gideceğini de bilse doğruları söylerdi. "Hünkarım," dedi, "karındaşın Musa Bey şehri tazyik eder, sen ise keyif üstüne keyif sürersin..." (Y. Bahadıroğlu)
- (Birinin) Sözünü tutmak: Öğüdünü uygulamak: Annesinin haklı olduğunu bildiğinden sözünü tuttu. (E. Ebru)
- (Kendi) Sözünü tutmak: Verdiği sözü yerine getirmek: Her ikisi de sözünü tuttu ve bu konuştuklarından kimseye bahsetmediler. (E. Bektaş)
- Sözünü yabana atmamak: Söylenen söze değer vermek, lafını yabana atmamak: Ey sevinç içinde ömür süren iyi genç! Sözümü yabana atma, gönülden dinle. Gençliği heder etme, ondan faydalanmaya bak. Gençlik, çabuk geçer. Ne kadar sıkı muhafaza edersen et, bir gün elinden kaçar gider. Sende henüz gençlik kuvveti varken, onu boşuna geçirme. İbadetle meşgul ol. (M. Kara)
- Sözünün eri: Verdiği sözü ne olursa olsun tutan kimse: Sözünün eri olarak yaşayanların izini sür ve sözünün eri olarak yaşa. (N. Yıldız)
- (Söz, lakırdı) Ağzından dirhemle çıkmak: Çok az ve sakınarak, ürkerek, kılı kırk yararak, zoraki konuşmak: Pek edalıydı. Söz ağzından dirhemle çıkıyordu. Öyle bizim mahalle kızları gibi bir dakika içinde sekiz-on lakırdının belini büken takımından değildi. (H. R. Gürpınar)
- "Allah bir" dediğinden gayrı sözüne inanılmaz: Birinin çok yalancı olduğunu anlatmak için söylenir: "Şaşılacak ne var ki? Allah bir dediğinden gayrı sözüne inanılmaz." "Çok yalancının biri desene şuna." (A. Püsküllüoğlu)
- Bir çift sözü olmak: Söyleyecek bir şeyleri bulunmak: İndirme kaşlarını bilirim kusurum çoktur! Bir çift sözüm var, yaklaş yanıma otur. Bu dert ile gönlüm gece gündüz mahsur! Sen bir güzele hiç âşık olup yanmadın mı?.. (H. Göztaş)
- (Birinin) Bir sözünü (dediğini) iki etmemek: Birinin her istediğini hemen yerine getirmek: Annesinin bir sözünü iki etmedi. Her zaman annesinin sözünü dinlerdi. (M. Karaburç)
- Büyük söz söylemek: Yapacağı bir şey hakkında kesin konuşarak övünmek: Büyük lokma ye, büyük söz söyleme (Atasözü)
- Büyük sözüme tövbe: Bir konuda çok kesin konuşulduğunda tersi bir durumun başa gelmemesi dileğini belirten bir söz: Avdetinde kadının ilk sözü, "Büyük sözüme tövbe, ben öyle kız hekimi tavırlı, çokbilmiş kızı oğluma alamam!" cümle-i reddiyesi olmuştu. (H. r. Gürpınar)
- Denli densiz söz söylemek: Uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek: Arkamızdan denli densiz sözler söylüyormuşsun.
- İki söz bir pazar: "Uzun boylu pazarlık etmeden" anlamında kullanılan bir söz: İki söz bir pazar aldık geldik hayvanı.
- Kafasına söz (laf) girmemek: Çok inatçı olmak, öğütlere aldırış etmemek: Kadınların kafasına söz girmez diye söylene söylene yorganına sarındı.
- Özü sözü bir: Düşündüğü gibi davranan, düşündüğünü açık açık söyleyen kimse: Alacağım kişi, bana candan bağlanmalı. Güvenilir, özü sözü bir, işi bilen biri olmalı. (Y. H. Hacib)
- Özü sözü sağlam olmak: (deyiminin anlamı) Güvenilir yaratılışta olmak: En münasibi senin gibi özü, sözü sağlam bir kız lâzım. (B. Yıldırım)
- Sakalım yok ki sözüm dinlensin: Doğru ve yerinde söylediği halde yaşça veya mevkice küçük birinin düşüncesine önem verilmediğini anlatır: "Valla ben onlara dedim, kameralı güvenlik sistemi kuralım, buralarda çok hırsızlık oluyor dedim, ama sakalım yok ki sözüm dinlensin..." (D. Yücel). "A şehzadem, sakalım yok ki sözüm dinlensin; bu kanat başımıza bela getirir demedim mi? Dediklerim bir bir çıkıyor işte!" (Y. Ölmez)
Ayrıca bakınız:
Soru ve Yorumlar: 5
Soru/Yorum Formu
»