![]() |
Meydan |
- Düz, açık ve geniş yer, alan: Daha tiyatroya giderken kar başlamıştı. Çıkınca meydanı bembeyaz buldum (Sait Faik). Halk meydanlara akın etmişti.
- Yarışma ya da karşılaşma yeri: Er meydanı, savaş meydanı.
- Ortalık: Meydanda kimse kalmadı.
- (Bektaşi ve Mevlevi tekkelerinde) Zikir ve devran yeri.
- Fırsat ya da olanak: Meydan vermemek, meydan kalmamak.
- Birçok deyimde "oluş" ya da "belirme" anlamıyla geçer.
Meydan ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "meydan" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
- Meydan açmak: Sebep olmak: Bulgar köylerinde silâh toplamağa da teşebbüs edildi. Bu da çok şikâyetlere meydan açtı. (S. K. İrtem)
- Meydan almak: (İstenmeyen şeyler için) Geniş ölçüde olmak, yayılmak: Ancak bu suretle intişar eden havadis, mahiyet-i hakikiyesini kaybederek, tamamen başka bir şekilde, daha doğrusu hiç de arzu olunmayan tarzda meydan aldı. (A. Tetik)
- Meydan aramak: Fırsat gözetmek, olanak aramak: Mukadderatını tayin edecek meydan arıyordu! (K. Karabekir)
- Meydan bırakmamak: Fırsat vermemek: Çiftçi onun lâkırdısını bitirmesine meydan bırakmadı, elinin tersiyle onun karnına vurarak: "Hay koca kurnaz," dedi, sonra dönüp gitti. (R. N. Güntekin)
- Meydan bulamamak: Fırsat bulamamak: Bıktık, usandık! İnsan ahbabıyla dört lâkırdı etmeye meydan bulamıyor ki. (A. Mithat)
- (birine) Meydan dayağı atmak/çekmek: Herkesin içinde veya çok dövmek: Bir kadını öpmeye çalışmış. Esnaf buna meydan dayağı atmış (S. Baysal). Kasaba meydanında meydan dayağı çektirdiğini unuttun ha? (Y. Bahadıroğlu)
- Meydan dayağı yemek: Kalabalık içinde iyice dayak yemek: Güzel bir giriş yaptığım şu günün geri kalanında bir meydan dayağı yemeye hiç niyetim yoktu. (V. Nazlı)
- Meydan (birine, bir şeye) kalmak: Ortada engel olacak kimse ya da şey bulunmamak: Kurt göçünce meydan çakala kaldı. (Türk folkloru)
- Meydan kalmamak: Bir şeyin yapılmasına fırsat olmamak ya da gerek kalmamak: Saraylı tevakkuf ederek uzaktan onlara bakıyordu. Fakat bir söz söylemesine bile meydan kalmadı... (M. Rauf)
- Meydan okumak: Korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek, belirtmek, korkutmak: Halk sokağa çıkmış, tanklara meydan okuyordu... (M. Akgün)
- Meydan vermemek: Olumsuz, kötü bir durumdan kaçınmak: Üzücü bir halin tekrarlanmasına meydan vermemek için uygun bir tedbir almak lazım geliyordu. (H. R. Gürpınar)
- Meydana atılmak:
- İleri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak: Türk dili ile edebiyatının nazarı ehemmiyete alınmadığı bir zamanda, 12'nci asır, yerli bir Türk mutasavvufu, Şeyh Ahmet Yesevi "Hikmet" isminde Türk dili ile yazılmış eseri ile meydana atıldı.
- Bir iş yapmak için cesaretle ortaya çıkmak: Kılıcını çekip meydana atıldı. Derler ki, o da Resulullah'a ulaşmadan evvel altmış kâfir temizledi. (N. Araz)
- Meydana atmak: Ortaya çıkarmak: Milliyet mefhumunu açıktan açığa meydana attı ve Azerbaycan istiklâli fikrini neşretti. (A. Caferoğlu)
- Meydana çıkarmak:
- Açıklığa kavuşturmak, belli etmek: Yalanını diğer bir yalanı meydana çıkardı. (B. Özkişi)
- Bulup ortaya çıkarmak: Dertlinin dermanını, sağlığın ve hastalığın sebeplerini keşfetti. Bütün bu sırları meydana çıkardı. (Firdevsi)
- Meydana çıkmak:
- Belli olmak: Ne cevap verecekti? Yalanı meydana çıkmıştı.
- Ortaya çıkmak: Taşı çektiler, delik meydana çıktı. (S. Ali)
- Meydana dökmek: Hepsini sergilemek, herkese göstermek: Cesur bir seda, reddi gayr-ı kaabil hakikatleri bir bir meydana döktü. (C. Kutay)
- Meydana düşmek:
- Herkesin içine karışmak.
- Bir iş yapmak için kendini ortaya atmak: Genç Osman'ım der ki binin atlara / Kılıç sallayalım kâfir itlere / Mevlâm kuvvet versin koç yiğitlere / Koç gibi meydana düştü
- Meydana gelmek:
- Olmak, oluşmak: O olay bir ikindi vakti meydana geldi (Y. Kandemir). Dünya nasıl meydana geldi ki?
- Ortaya çıkmak: Tartışmalarda kavram kargaşalığı meydana geldi. (B. Boran)
- Meydana getirmek: Olmasını sağlamak, oluşturmak: Vefatı ümmet arasında derin bir üzüntü meydana getirdi. (Heyet)
- Meydana koymak: Yapıp ortaya çıkarmak, göstermek: Çanakkale Seferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini muhafaza ettiğini, can çekişen bir imparatorluk içinde kahraman bir milletin varlığını meydana koydu. (F. Belen)
- Meydana sürmek: Kışkırtmak: Ah'ımı meydana sürüyor çaylak türküler (H. Y. Karadağ)
- Meydana vurmak: Belli etmek, ortaya çıkarmak: Hissiyatını herkese karşı meydana vurdu... Uluorta... (M. Rauf)
- Meydanda bırakmak: Açıkta bırakmak: İşittiğime göre birkaç başka kızlara da oyun edip sonra meydanda bırakmış, aman kızım vazgeç bu misilli edepsizden... (V. Günyol)
- Meydandan çekilmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak: Hani ne demişler? Arslanlar meydandan çekildi mi ortalığa çakallar çıkarmış. (M. Sertoğlu)
- Meydandan kaldırmak: Saklamak, gizlemek, göz önünden kaldırmak: Kendilerini ve kendilerine benzeyenleri meydandan kaldırdılar ve sade şahıslarını kaldırmakla kalmayıp, temsil ettikleri edebî cereyana da yeni bir istikamet vermek istediler. (E. Yaman)
- Meydanı bırakmak:
- Savunduğu şeyden vazgeçmek: Macarlar bozulup yenilmiş, meydanı Türklere bırakmıştı. (H. N. Atsız)
- Yarışmadan çekilmek: Fakat sabah Çakır, Adalı'ya meydanı bıraktı. Çünkü bir gün evvelki güreş onu yormuştu. (M. S. Karayel)
- Meydanı boş bulmak: Kendisini engelleyecek kimse görmeyerek aşırı davranışlara kalkışmak: Kendisine karşı çıkıp nizamı koruyacak ağalarımız zindanda olduklarından, meydanı boş buldu, dilediğini yaptırmakta hiç güçlük çekmedi. (K. Bilbaşar)
- (birine) Meydanı dar etmek: Birini çok sıkıntıya sokmak, her yönden sıkıştırmak: Meydanı dar edeceğim onlara. İflâhlarını kesmekle yetinmeyip köklerine kibrit suyu dökeceğim. (M. Savaş)
- Foyası meydana (ortaya) çıkmak: (deyim) Kötü niteliği ortaya çıkmak, gerçek yüzü görülmek, maskesi düşmek: Ama bugün hepsinin foyası meydana çıktı, maskeler düştü ve keller göründü (İlgili cümle kaynağı: S. Sürmen). (...) hakikat üzerine kurulmuş olanlar makbul oldu ve sadece yaldızlanmış olanların foyası meydana çıktı. (TTK)
- Mal meydanda: (Bir işin ya da şeyin) Gizlisi saklısı yok, apaçık belli: Elimde bir şey kalmamıştır, mal meydanda (E. Gürsoy-Naskali). İçeri girdiğim zaman nefes nefeseydim. Halimi belli etmek istemiyordum, ama mal meydandaydı. (T. Bora)
- Ok meydanında buhurdan yakmak:
- Geniş bir yeri yetersiz bir şeyle ısıtmaya çalışmak
- Önemli bir iş için yetersiz imkânlardan yararlanmaya çalışmak: Islak mintanlarını, çoraplarını kurusun diye ateşe doğru tuttular. Ok meydanında buhurdan yakar gibiydiler. (H. Alptekin)
Meydan ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "meydan" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Alemde maskara olmaktan, meydan süpürgesi olmak yeğdir/iyidir: İnsanın toplum içinde alay konusu olup küçük düşmesindense, daha aşağı ama onurlu bir konumda olmasının daha değerli olduğunu ifade eder. İnsan, hakir görülen bir iş yapsa bile onurunu koruduğu sürece daha saygın kalır.
- At bulunur meydan bulunmaz, meydan bulunur at bulunmaz*: Bir işi başarabilmek için gerekli olan koşullar her zaman eksiksiz olarak ele geçmez.
- At ele düşer, meydan ele düşmez: Maddi varlıkların el değiştirebileceğini ancak asıl önemli olanın otorite ve hakimiyet olduğunu ifade eder. Güç ve hükümranlık kolay kolay başkasına geçmez, fakat mal ve mülk elden çıkabilir (?).
- At meydanında eşek anırmaz: Bilgili ve yetkin kişilerin bulunduğu yerde, liyakatsiz ve yetersiz kişilerin söz sahibi olamayacağını ifade eder. Hak etmeyen kimselerin, ehil insanların olduğu bir ortamda kendini göstermesi veya söz söylemesi uygun düşmez.
- At olur meydan olmaz, meydan olur at olmaz*: Gerekli koşullar her zaman bir arada bulunmaz.
- At ölür meydan (nalı) kalır, yiğit ölür şanı (namı) kalır*: Kişi yaşarken iyi ve olumlu işler yapmalı, ardında iyi bir ad bırakmaya çalışmalıdır.
- At var meydan yok*: Yapacak güç var ancak kullanma imkânının olmadığını ifade eder. Kişi bazen sahip olduğu şeyleri kullanmak için yer veya ortam bulamaz.
- Baba (evlat) ekmeği zindan ekmeği, koca ekmeği meydan ekmeği*: Bir kadın için babasının veya çocuğunun evinde barınıp onların eline bakmak çok kötü bir durumdur; onun gönül ferahlığı ile yaşayacağı yer, kocasının evi, serbestçe harcayacağı para kocasının parasıdır.
- Bir yiğit kırk yılda meydana çıkar: Gerçek bir kahramanın veya değerli bir insanın yetişmesinin uzun zaman aldığını ifade eder. Böyle özel insanlar nadir bulunur ve yetişmeleri zordur.
- Er ekmeği meydan ekmeği*: Dürüst ve cömert kişiler mallarını kimseden saklamazlar.
- Hırsıza acımak, kötülüğe meydan vermektir: Çok yanlış bir davranışı bağışlamak daha büyük yanlışlara davetiye çıkarmak demektir.
- Kahvenin yüzü kara, amma meydanı pak: Görünüşte kötü ve çirkin olan şeyler değerli ve yararlı bir yapıya sahip olabilirler.
- Varsa mertliğin işte meydan: Gücüyle çok övünen kişiden gücünü göstermesi beklenir.
- Yavuz at, meydanda belli olur: İnsanların zor zamanlarda gerçek doğalarının ortaya çıktığını ve güçlü karakterin, kararlılık ve beceri gibi özelliklerin bu tür durumlarda belirginleştiğini vurgular.
- Yiğidin malı meydandadır*: Mert insanın gizlisi saklısı yoktur. Dürüst, cesur ve namuslu kimseler mal varlığını gizlemekten çekinmezler.
- Yiğit meydanda belli olur*: Yiğitlik sözle değil, yapılan işle ortaya konur.
- Zenginin ayıbı, fukaranın hastalığı meydana çıkmaz: Zenginlerin mali güçleri sayesinde kusurlarını gizleyebildiklerini, fakirlerin ise maddi imkansızlıklar yüzünden sağlık sorunlarını çözemediklerini ve dolayısıyla bu sorunların fark edilmediğini ifade eder.
Meydan ile ilgili birleşik fiil ve kelimeler
- Meydan başı: (tarih) Osmanlı ordusu acemi ocağı subaylarından biri.
- Meydan dayağı: Eskiden, ceza olarak açıkta ve kalabalık içinde suçlulara atılan dayak: Yargılanıp öldürülmek üzereyken karısının şefaatiyle bir meydan dayağı yiyerek ölümden kurtuldu. (A. Gölpınarlı)
- Meydan etmek: (edebiyat) (Saz şairleri için) Bir araya gelerek sazla şiirler okumak, yarışmak.
- Meydan kalfası: (tarih) Osmanlı donanmasında, taslaklara göre gemi parçalarını yontarak hazırlayan marangozlara verilen ad.
- Meydan kasapları: (tarih) Yeniçeri ocağı mezbahalarında görevli kasapların adı.
- Meydan savaşı: (askeri terim) Açık, düz arazide yapılan büyük savaş.
- Meydan süpürgesi:
- Meydan, sokak, avlu vb. geniş alanları süpürmeye yarayan, saplı, büyük çalı süpürge.
- (mecazi) Yaşayışı ve davranışları düzensiz, kararsız, derbeder, hercai kimse.
- Meydan şairi: Saz şairi, aşık.
- Meydancı:
- (tasavvuf) Tekkelerde meydan adı verilen ayin yerlerini temizlemek, postları yaymak, çerağların bakımını yapmak gibi işlerle görevli derviş: İlk önce "Meydancı", mürşidinin önüne gelerek niyaz eder ve elindeki kilimi yere serer. (T. M. Sözengil)
- Hapishane kovuşlarında mahkûmların, getir–götür işlerini yapan, ayak işlerine bakan kimse: Meydancı Sadık hemen koşarak yeni tutuklunun altına üç bacaklı, kısa tahta iskemleyi sürdü. (A. Muhteremoğlu)
- Fabrikalarda orta hizmetinde kullanılan, ayak işleri yaptırılan vasıfsız işçi: Fabrikaya ilk varan meydancı Hasan. Çay suyu konacak. Hela paklanacak. Talaş kaldırılacak. Demir döküm ocağının ateşine bakılacak... (Kolektif)
- Avlu, taşlık, bahçe vb. yerlerin temizliğini yapan kimse, ortalık temizleyicisi
- Meydancı dede: (tasavvuf) Mevlevî tekkelerinin büyüklerinde mutfak dışındaki hizmetlerle ilgilenen, misafirleri karşılayan, meydanın yâni semahanenin açılıp hazırlanmasından ve ayinlerin belirli bir düzene göre icrasından sorumlu olan derviş: Ayine iştirak edecek kişiler, meydancı dedenin "buyurun yâ hû" dâveti üzerine semâhâneye yönelirler. Meydancı Dede derler bu zâta. Sema edileceği vakit böyle meydana çıkar da haber verir.
- At meydanı:
- Atların pazarlandığı yer.
- At veya at arabası koşularının yapıldığı yer: Cuma namazdan sonra Türk gençleri Sultan Ahmet'teki at meydanında cirit oynarlar. (A. Ateş)
- Er meydanı:
- Güreş alanı: Buna er meydanı derler bunda söz olmaz...
- Çetin iş, boy ölçüşme alanı: Burası cengâverlerin er meydanıydı. Kurşunları hiçe sayanların, şehadete susayanların meydanıydı... (C. Algan)
- Ok meydanı: Ok atma ustalığı edinilen veya ok atma yarışı yapılan alan: İstanbul'da Ok Meydanında Ağalar Mendili denilen menzilden ok atmış, rekor kırmış ve okunu düşürdüğü yere de bir nişan taşı dikmiştir. (Türk edebiyatı)
Soru ve Yorumlar: 1
Soru/Yorum Gönder