Kulak kabartmak |
Kulak ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "kulak" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
( atasözlerine geç )- Kulak arkası (ardı) etmek: Söylenen bir şeyi duymazlıktan gelmek; vurdumduymaz olmak: Bu nasihatleri asla kulak ardı etme. (F. Furkan)
- Kulak asmamak: Önem vermemek, umursamamak, önemsememek: Horultulara kulak asmadan uyudu. (N. Cumalı)
- Kulak kabartmak: Belli etmemeye çalışarak dinlemek: İki delikanlı el kol işaretleriyle konuşarak yaklaşırken başını öne eğip sadece konuşmalara kulak kabarttı. (F. Ç. Kabadayı)
- Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle dinlemek: Ayak sesleri duyunca kulak kesildi. (Y. Bahadıroğlu)
- Kulak misafiri olmak: (deyiminin anlamı) Yanında, yakınında konuşulan bir şeyi belli etmeden dinlemek: Bir süre sohbetlerine kulak misafiri oldu. Nişanlı olduklarını evlilik hazırlıkları yaptıklarını anladı. (Ç. Öztürk)
- Kulak tıkamak: Bir şeyi duymazlıktan gelmek: Kavmi, Nuh Peygamber'in tek bir Allah'a iman etme ve düzmece tanrılardan yüz çevirme çağrılarına kulak tıkadı. (E. Balı)
- Kulak tırmalamak: Kulağı rahatsız etmek: Gittikçe artan alarm sesi kulak tırmalıyordu. (Karabatak)
- Kulak tutmak: Dinlemek, işitmek istemek: Ana daha bir dikkatle kulak tuttu oğluna: "Nasıl yamanlıktır bakalım, deyiver de merakım geçsin." (Y. Bahadıroğlu)
- Kulak vermek: Merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak: Adam olmayanı adam yerine koy; zulüm görmüş, canı yanmış birisinin de özrüne kulak ver. (Mevlana Hz.)
- Kulakları (kulağı) çınlasın: Kendisinden söz edildiği ortamda bulunmayan sevilen bir kişiyi anarken söylenir: Kulakları çınlasın, Ahmet iyi çocuktu.
- Kulakları dolmak: Aynı şeyi dinlemekten usanç getirmek: Övülmeni dinleye dinleye kulaklarım doldu. (Z. Güvemli)
- Kulakları paslanmak: Çoktan beri müzik dinlememiş olmak: — Haftaya geleceğim, kulaklarım paslandı, saz isterim! (B. Ayvazoğlu)
- Kulakları patlatmak: Gürültüyle rahatsız etmek: Halkı korkutmak için kulakları patlatan alçak uçuşlar yapıyorlardı. Ancak insanlar canlarından geçmişti. (A. Sakafi)
- Kulaklarına kadar kızarmak: Çok utanmak: Söylediklerinden utandı, kulaklarına kadar kızardı. (O. Baydar)
- Kulaklarını dikmek: Genellikle hayvan için kullanılır, dikkat kesilmek demektir: Kumsalda yatmış, patisiyle kulağını kaşıyan sokak köpeği motorun homurtusuyla durdu, kafasını kaldırıp kulaklarını dikti. (E. Serbes)
- (Bir şeye) Kulaklarını tıkamak: Dinlemek istememek: Azaptan ne zaman haber verse isyan edenler ya kulaklarını tıkıyor ya da onun güzel yüzündeki ikna edici hâli görmemek için yüzlerini kapatıyorlardı. (K. A. Yılmaz)
- Kulaklarının pasını gidermek: Çoktan beri müzik dinlememişken büyük bir zevkle müzik dinlemek: Şu sazın teline bir vur da, kulaklarımızın pası gitsin, derler. (H. Karataş)
- Kulaktan aşık olmak: Anlatılanların etkisinde kalıp bir şeye ya da bir kimseye sevgi beslemek: O da daha Yusuf'u görmeden kulaktan aşık oldu. Aşık olur kulak bazen gözden önce... (İ. H. Bursevi)
- Kulaktan kapmak: Söylenenleri dinleyerek bilgi sahibi olmak: Suphi, kulaktan kaptığı bir türkü tutturmuştu: "Ver elini karlı dağlar aşalım Bayramlaşalım..." (T. Buğra)
- Kulağı ağır işitmek: Kulağı iyi işitmemek: Cemal Bey'inse, kulağı ağır işitiyordu. Neler konuşulduğunu tam olarak duyamamıştı. (B. Ak)
- Kulağı (bir şeyde) olmak: Dikkatini bir şeye vermek: Kulağı radyoda haberlerin başlamasını bekliyordu. (İ. Yıldırım)
- Kulağı dikilmek: Konuşulanları dinlemek için dikkat kesilmek: "Şimdi kulakları, seslerimize dikilmiş bir köpek gibi yatıyordu." (S. F. Abasıyanık)
- Kulağı duvar olmak: Sağır olmak: Sol kulağı duvar, sağ kulağı duyar... Ortadan konuşulunca duyar-duymaz ama uydurur... (İ. Balcı)
- Kulağı kirişte olmak: Ne söyleneceğini işitmek için çok dikkatli olmak: Kulağı kirişte duruşuyla fısıldamamı dahi duyan genç ve okulda olması gereken delikanlı bir anda bitiverdi yanı başımda. "Bir şey mi dedin ağabey." dedi. (N. Özkaya)
- Kulağı okşamak: Kulağa hoş gelmek, dinlemesi zevkli olmak: Ah, narin duygular, kulağı okşayan sesler, kıpırdamaya başlayan ruha keyif aldıran, kalbi bir hoş eden aşkın o gizli neşesi, sen neredesin, gerçekten de neredesin? (İ. S. Turgenev)
- Kulağı ters taraftan göstermek: Kolay yolu varken bir işi daha zor ve uzun yollar kullanarak yapmak.
- Kulağına çalınmak: Başkasına bir şey söylenirken kendisi de şöyle böyle duymuş olmak: Nerede olduklarına dair de bir şeyler kulağıma çalındı. (Y. Yalçın)
- Kulağına fısıldamak: Çok alçak ve hafif bir ses tonuyla kulağına eğilip bir şeyler söylemek: Sonra Cemile'nin kulağına fısıldadı, "Cemile, Meclis kapısında beni bekle. Sana söylemem gereken bir şey var" dedi. (Ç. Ural)
- Kulağına (kadar) gelmek: O kimsenin duyacağı kadar yayılmış olmak: Hızla yayılan bu dedikodu Fatma hanımın kulağına kadar gelmişti. (C. Say)
- Kulağına girmek: Söylenilen sözlere önem vermek, doğruluğuna inanıp o yolda davranmak: Hey akıllı kişi, kulağındaki gaflet pamuğunu çıkar ki; benim gibi ölmüş, çürümüş bir kafanın öğütleri kulağına girsin! İyi işli kimseye, kötülük uğramaz; kötülük edenin yoluna, iyilik bulaşmaz. (S. Şirazi)
- Kulağına girmemek: Söylenilen sözlere önem vermemek, söylenenleri anlamamak, benimsememek: Usanmadan sürekli nasihat ediyordu ama, nasihatlerinin bir kelimesi bile oğlu Kenan'ın kulağına girmiyordu. (H. Top)
- Kulağına gitmek: (Başka birisi) Duymak: Aslında bunları duyabilmek için büyük çaba sarf etmeye de gerek yoktu; çünkü, söylenenler "sağır sultanın" bile kulağına gitmişti. (M. C. Arpacıoğlu)
- Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını kaçıran bir haber almak: Senin bakkal Haydar'ın kulağına kar suyu kaçtı, bilir misin? Altı yüz lira Gelir Vergisi biçmişler, tarlalar ve Ereğli'deki dükkân elden gitti. (M. Seyda)
- Kulağına kar suyu kaçırmak: Dolaylı olarak duyurmak: Fısıltılar kulağına kar suyu kaçırdı imamın. (D. Akçam)
- Kulağına laf girmemek: Söyleneni dinlememek: "Randevularımız dolu. Bir aydan önce zaten gelemezsin" diyorum ama kulağına laf girmiyor ki bu kızın. (G. Budayıcıoğlu)
- Kulağına sokmak: Bir duruma ya da söze hazırlamak için önceden kısaca anlatmak, düşünce aşılamak, telkin etmek: Eğitim yöntemleri hakkındaki sert eleştirilerini daima sert bir dille amirlerinin kulağına sokmuştu. Şimdi çok daha iyi yapılabileceğini ispat edebilirdi.
- Kulağına küpe olmak: Başa gelen bir durumdan alınan dersi hiç unutmamak: Kulağına küpe olsun, bu kadar dik başlı olma. Sonra acısını çeker ve cezanı bulursun. (İlgili cümle kaynağı: F. Türkoğlu)
- Kulağına pamuk tıkamak: İşine gelmeyen şeyleri duymamak: Kenan'ın canında körlük vardı. İbret almayı da bilmiyordu. Cenab-ı Hak, birinin kulağına pamuk tıkamışsa, artık ona duyurmak imkansızdı. (M. N. Bursalı)
- Kulağına söylemek: Fısıldamak: Önce sağ kulağına ezan okudu, sol kulağına kamet getirdi; sonra sağ kulağına adını söyledi: "Selahaddin." (M. Uçar)
- Kulağını açmak: Söylenenlere dikkat etmek: Şimdi kulağını aç ve söyleyeceklerimi iyi dinle. (N. Kılıçman)
- Kulağını bükmek: Bir sorun karşısında dikkatli davranmasını söylemek, uyarmak: Çocuğun göze batacak kadar zayıfladığını bir erime ve bir çöküntünün tehlikeli emârelerini herkesten evvel babası fark ederek bir doktor sıfatıyla karısının kulağını büktü. (S. Ayverdi)
- Kulağını çekmek:
- Ceza olarak kulağını tutup büküp çekerek acıtmak: Annesi Ali'nin kulağını çekti. "Bin defa söyledim, o çukurdakilerle dolaşılmaz diye." dedi, annesi... (R. Amirkhani)
- Ders olsun diye hafif bir ceza vermek: Daldaki armudu koparınca, adağında gevşedi, yeminini bozdu. O anda Hazreti Allah'ın azabı geldi; gözünü açtı ve kulağını çekti. (A. N. Hadimi)
- (Birinin) Kulağını çınlatmak: Bir muhabbet esnasından birinin lafı geçmek, onu anmak: Çok çok konuştuk, senin de kulağını çınlattık. (Hece)
- (Birinin) Kulağını doldurmak: Uyanık davranması için birine bir sorunu iyice anlatmak ya da kendi düşüncesini aşılamak: Faik Paşa da adamın kulağını iyice doldurdu. Ne olsa asker, sözü etkili olur. (A. H. Neyzi)
- Kulağını kiraya vermek: Söylenen bir şeyi iyi dinlememek: — Olan kulağına kazık kırığı mı kaçtı, yoksa kulağını kiraya mı verdin, dedi Ağası. (H. Erdem)
- Kulağının üzerine yatmak: Görmezlikten, duymazlıktan gelmek, dikkate almamak: "Farzet öyle, kulağının üstüne yat." dedi. Halbuki benim hissim doğru idi. (S. Ağaoğlu)
- Kulağının zarı patlamak: Gürültü yüzünden rahatsız olmak: Ne bu ciyaklama? Benim bile kulağımın zarı patladı. Anneniz size ne içiriyor Allah aşkına?
- Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek: Kavanozun içinde yüzlerce misket gördüğünde, ağzı kulaklarına vardı. (F. Çakıl)
- Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Tartmadan, ölçüsüz, ağır sözler söylemek: "Ey Musa! Bize de bunlarınkine benzer tanrılar edinsen." Musa, "Belli ki siz ağzından çıkanı kulağı duymayan bir topluluksunuz" dedi. (Araf suresinden)
- Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Söylenen söze önem vermemek: Yaşlı adamın sözleri gencin bir kulağından girip öbür kulağından çıktı. Adam gencin laftan anlamadığını anlayınca gitmeye karar verdi. Gencin yanından uzaklaşırken, "Senin aklın başında değil, ben gidiyorum," dedi. (Mevlânâ Celâleddin Rûmî)
- Boynuz isterken kulaktan olmak: Daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanı yitirmek: Gel, gitmek sevdasını ko ki nagâh boynuz isterken kulaktan çıkarsın dediler. (O. Ş. Gökyay)
- Boynuz kulağı geçmek: Bir konuda daha sonra yetişenler yetenek bakımından eskileri geçmek: Çok insaflı bir adamdı. Talebesinin muvaffakiyeti karşısında bahtiyar hissederdi kendisini. Benim tahminim daha iyi çıkarsa "Ooo! Bakıyorum boynuz kulağı geçti" gibi latifeler yapardı. (S. Başman)
- Cankulağı ile dinlemek: Çok dikkatli dinlemek: Şimdi herkes cankulağı ile sancak beyini dinliyordu. Anlattıkları mühim şeylerdi. (F. F. Tülbentçi)
- Devede kulak: Büyük bir bütüne göre ufacık, önemsiz bir parça: Gazetede açıklanan malvarlığı devede kulaktı. Önemli sayılmazdı. (R. Sönmezsoy)
- Elini kulağına atmak: Ezan okumak, gazel ya da türkü söylemek üzere elini kulak kepçesinin arkasına koymak: Durdu, yönünü kıbleye dönerek elini kulağına attı ve kısık sesle ezan okudu (A. Kurt). Elini kulağına attı mı dağları tepeleri bir yalım gibi sarardı sesi. O türküye başlayınca peşi peşine yanardı evlerin lambaları... (E. Kalkan)
- Eli kulağında: Neredeyse olacak, pek yakında olması beklenilen (şey): "Göreceksin, çok yakında olacak, eli kulağında", diyordu. Eli kulağında bekliyorduk ama olmuyordu bir türlü. (T. Yücel)
- Ense kulak yerinde olmak:
- İri yarı olmak: Kızılcıklı, uzun boylu, karayağız, adaleli, ense kulak yerinde, sert ve kavi pençeli bir gençti. Kızılcıklı Mahmut, Sultan Hamid devrinin son başpehlivanlarından Meşrutiyet devrinin tanınmış başlarından idi. (M. S. Karayel)
- Kılığı kıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli olmak, kelli felli olmak: Ense kulak yerinde, kerli ferli bir adamsın. Ama kölesin... İktidarda olanlara ve bir gün iktidara gelmeleri ihtimali bulunanlara uşaklık edersin. (H. Üzmez)
- Eski kulağı kesiklerden olmak: Görmüş geçirmiş, çok deneyimli olmak: Muhtar eski kulağı kesiklerden, böyle vakaları çok yaşamış. (H. Yeşilgöz)
- Göz kulak olmak: Bir şeyin korunmasında dikkatli olmak: Annesinin yokluğunda başına bir şey gelirse diye ona göz kulak oluyordu. (M. Şekur)
- Kabakulak olmak: Tükürük bezlerinin, özellikle kulak altı bezlerinin iltihaplanmasıyla ve şişmesiyle beliren bulaşıcı, salgın ve ateşli bir hastalık olan kabakulak hastalığına yakalanmak.
- Kelle kulak yerinde:
- Kanlı canlı ve iri yapılı olan: Hacı Ruşit, zamanın kabadayıları arasında hatırı sayılır, kelle kulak yerinde, iri kıyım bir kimse imiş. Hile hurdadan hoşlanmaz, ciddi sert mizaçlı, burnundan kıl aldırmaz, yanında gençler gülemez, kötü kelam konuşamazlarmış. (İ. Hinçer)
- Gösterişli, itibarlı sayılan: Kelle kulak yerinde, kalıbı kıyafeti düzgün bir adam maiyetiyle beraber çıktı kahveden. (D. Poyraz)
- Sağ eliyle sol kulağını göstermek: Kısa yoldan yapılacak bir işi dolambaçlı yollardan geçerek yapmaya çalışmak: Şâmil'in ardına düşecek yerde, sağ eliyle sol kulağını kaşır gibi, Samur-Derbent yollarında günlerce vakti öldürüyordu. (E. Subaşı)
- Şeytan kulağına kurşun: Aksama ihtimali bulunan durum veya işler düzenli gittiğinde "nazar değmesin" anlamında söylenen bir deyim: "Hem bu aralar çok yumuşak çok iyi bana karşı, şeytan kulağına kurşun" (O. Kömürcü). İstanbul'dan çıktım çıkalı, şeytan kulağına kurşun ağrım, sıkıntım yok. (M. Ş. Esendal)
- Uzun kulaktan haber almak: İlgisi olmayan kimseler aracılığıyla uzaktan uzağa haber almak: Oğlan biraz haşarıdır. Sık sık bar kızlarına sevdalanır, ben de uzun kulaktan haber alırım...
- Yarım kulak dinlemek: Umursamadan, önem vermeden dinlemek: Dersleri yarım kulak dinliyor, etütlerde uzun uzun mektuplar yazıyordu. (Ç. Altan)
Kulak ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "kulak" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )- Kulaktan burun yakın, kardeşten karın yakın*: "İnsanın kendi yararı her şeyden önemlidir" anlamında söylenen bir atasözü.
- Kulağı duymayanın yüzü kızarmaz: Görgüsüz ve laf anlamaz kişileri ne söylersen söyle bu huylarından vazgeçiremezsiniz.
- Allah insana bir ağız iki kulak vermiş, bir söyleyip iki dinlemeli: İnsanların sadece konuşmaları değil, karşı tarafın söylediklerini anlamaya ve dinlemeye de önem vermeleri gerektiğini ifade eder.
- Aşığın gözü kördür, kulağı sağır: Kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi çevresinde olup bitenlerle de ilgilenmez.
- Atın kulağını kesin yine attır, domuzun kuyruğunu kesin yine domuzdur: Bir şeyin ya da birinin temel doğasının değişmeyeceğini, dışsal müdahalelerin veya değişikliklerin asıl özü değiştirmeyeceğini vurgular.
- Ayağını gevşek basma, boş laflara kulak asma: Dikkatli ve sağlam adımlar atılması gerektiğini ve gereksiz, anlamsız sözlere itibar edilmemesi gerektiğini ifade eder.
- Baş ağır gerek, kulak sağır*: (atasözünün anlamı) Kişi ağırbaşlı olmalı ve dedikoduları dinlememelidir.
- Bostana dadanan eşeğin kuyruğu, kulağı olmaz*: Çalıp çırpmayı alışkanlık edinen kimse yakalanıp ceza göre göre insanlıktan çıkar.
- Boynuz kulağı geçer: İnsan bir iste ne kadar usta olursa olsun, yetiştirdiği kimseler bazen işi ondan iyi yapabilirler.
- Boynuz kulaktan sonra çıkar, ama kulağı geçer*: Bir konu üzerinde sonradan yetiştikleri hâlde kendilerinden önce yetişmiş olanları geçenler vardır.
- Boyu uzun beyni boş, tut kulağından çifte koş (Kafa büyük içi boş, tut kulağından çifte koş): Saf, akılsız kimselere ne kadar ağır iş verirsen ver itiraz etmeden yaparlar.
- Burun, kulak başa sadaka olsun: Kişinin önemsiz veya küçük gördüğü şeylerin, daha değerli olanlar için feda edilebileceğini ifade eder. İnsan, bazı şeylerden feragat ederek daha büyük kazançlar elde edebilir veya daha değerli şeyleri koruyabilir.
- Deve boynuz ararken kulaktan olmuş*: Elindekiyle yetinmeyip daha çoğunu arayan, elindekinden de olur.
- Deve kadar büyümüşsün, kulağı kadar haysiyetin yok: Bazı insanlar yaşlan ilerlemesine rağmen, çevrelerinde bir türlü saygınlık kazanamazlar.
- Deve kulağından aksamaz: Büyük ve güçlü olan şeylerin küçük aksaklıklar veya önemsiz detaylar yüzünden zarar görmeyeceğini vurgular.
- Duvarın kulağı var, gözünü de unutma: Sır olarak söylenen söz, gizli yapılan iş, dört duvar arasında kalmaz, her an duyulma ihtimali vardır. Gizli söz duyulur, gizli iş de görülmüş gibi yayılır.
- Eşek kulağı kesilmekle küheylan olmaz*: "Aslında niteliksiz olan bir şeye ne yapılsa değişmez" anlamında söylenir.
- İki kulak bir dil için*: "Çok dinleyip az söylemeli" anlamında kullanılan bir atasözü.
- Katır ziyan yapar, eşeklerin kulakları kesilir: Bazen bir insan başkasının yaptığı hatayı, hak etmediği halde ödemek zorunda kalabilir.
- Kelle kulak yerinde sepet boş, tut kulağından çifte koş: Bir kişinin dışarıdan gösterişli ve itibarlı görünmesine rağmen aslında içten içe boş, faydasız ve yetersiz olabileceğini ifade eder.
- Kızı alan göz ile bakmasın, kulak ile işitsin: Erkek evleneceği kızda sadece güzellik aramamalı, onun niteliklerini de araştırıp işitmelidir.
- Kös dinleyen, davula kulak vermez* (Kös dinlemişe davulun sesi vız gelir): Başından büyük olaylar geçmiş kişi küçük dertleri sorun etmez (kös: Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul).
- Kul kullanan, bir gözünü kör, bir kulağını sağır etmeli*: İşçi çalıştıran kimse, işin aksamaması için işçinin yaptığı yanlışları her zaman görmemeli, söylediği uygunsuz sözleri işitmemelidir.
- Kurt kulağından tutulmaz: Tehlikeli veya zararlı bir durumla başa çıkarken yanlış bir yaklaşımın işleri daha da kötüleştireceğini ifade eder.
- Kürkü büyük içi boş, tut kulağından çifte koş: Dışarıdan gösterişli olan ancak içi değersiz olan şeylere ya da dış görünüşü veya unvanı büyük olan, ancak gerçek değer taşımayan kişilere karşı dikkatli olunması gerektiğini ifade eder.
- Namaza meyli olmayanın kulağı ezanda olmaz*: Kişi yapmak istemediği işin ayrıntılarıyla ilgilenmez.
- Sağırın kulağı duymaz, ahmağın her yanı: Sağır insan duymasa da neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilir. Ama aptal ve akılsız kişi tüm duyuları çalışsa da doğruyu yanlışı ayırmakta çok zorluk çeker.
- Sözü söyle alana, kulağında kalana*: Kültürlü yetenekli insan söyleneni çabuk kavrar. Söylediklerin bir kulağından girip öbür kulağından çıkan kimseye nefes tüketme.
- Tazının topal olduğu, tavşanın kulağına değmiş: Birinin veya düşmanın kötü bir durumda olduğunu, diğerinin de bu durumu sezdiğini veya duyduğunu ve rahat hareket edebileceğini ima eder.
- Yerin kulağı var (her sözü işitir)*: Gizli konuşulan bir şey umulmadık bir yoldan başkalarınca duyulabilir.
Kulak ile ilgili birleşik kelimeler
- Kulak dolgunluğu: İşiterek elde edilmiş bilgi: Bilmek, şöyle iyice bilmek, gerçekten bilmek, kulak dolgunluğu ile, alışıklıkla bilmek değildir, aklımızla kavrayıp bilmektir. (N. Ataç)
- Kulaktan dolma: Şurada burada işitilerek edinilen bilgi: Birinin gerçek karakterini bilmeden, o kişi ile oturup konuşmadan kulaktan dolma bilgilerle birini karalamak sizce ne kadar etik? (A. Toprak)
- Kulaktan kulağa: Ondan ona gizlice söylenerek: Hepsi geçmişten, kulaktan kulağa aktarılan hikayelerle büyümüş, "kötülük" yaptıklarında bunun "sonuçlarıyla" yüzleşeceklerini öğrenmişti. (U. Çavuşgil)
- Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan: Kendisi için "ne malûmatlı, ne kulağı delik adam!" derler. (Ayın Tarihi)
- Kulağı düşük:
- Vurdumduymaz: Bir şeyden anladığı yok, kulağı düşük bir herif. (K. Yedekçioğlu)
- Keyfi, gücü ya da parası azalmış olmak.
- Kulağı kesik: Her şeyi bilir, yanılmaz, aldanmaz: Etraftaki kalabalık arasından kulağı kesik bir ihtiyar; "Atı alan Üsküdar'ı geçti oğul," demiş. (M. Yenigün)
- Kulağı tıkalı: Dinlemeyen, dinlemek istemeyen: Çok söyleyenin kulağı tıkalı olur. Nasihat de yalnız susana fayda verir. (S. Şirazi)
Soru ve Yorumlar: 35
Soru/Yorum Formu