![]() |
Koltuk |
- İki yanında kol dayayacak yerleri olan kumaş deri vb. ile kaplanmış geniş ve rahat oturak, sandalye: Kırmızı koltuk ancak bir kadının zevkini yansıtabilirdi zaten. (Ş. Şen)
- (anatomi) Vücutta omuz başının altında, kolun gövdeyle birleştiği yer: Annem, koltuklarımın altından tutup kaldırmıştı (S. Kocagöz). Koltuğunun altına gramofonu sıkıştırdı. (S. Faik)
- Eski düğünlerde gelin ile güveyin (damadın) konuklar arasından kol kola geçmeleri töreni: Damadın evine gelindiğinde duvağı yüzüne örtülür, davetliler arasından başlarına şekerler, paralar serpilerek geçirilirdi. Koltuk denilen bu tören damadın gelini gelin odasına götürüp bir iki dakika oturmasına kadar sürerdi. Gelini görmeye, koltuk törenini izlemeye davetli davetsiz pek çok kadın gelirdi. (S. Sezer)
- (mecazi) Koltuklama ya da koltuklanma: O gibileri de kendi biraz koltuklar öylelikle hayran ederdi. (N. Ataç)
- (mecazi) Kayırma, destek: Dayısının koltuğunda sırtı yere gelmez.
- (mecazi) Yüksek mevki, makam.
- (mecazi) Yüze karşı övgü, yaranmak için söylenen söz veya yapılan hareket: "Koltuktan hiç hoşlanmaz."
- (mimari) Yapılarda yan destek.
- (argo) Randevu evi: Öyle ya… böyle evlere koltuk derler. (A. Râsim)
- (eskimiş) Tenha yer, kenar.
- Böyle yerlerde küçük dükkan.
Koltuk ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "koltuk" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
- Koltuk çıkmak: Destek olmak, paraca desteklemek: Annesi kapı kapı dolaşıp konu komşu koltuk çıkınca bir taksit daha ödediler. (S. Kaymaz)
- Koltuk değneği olmak: Birine, yaptığı işlerde destek sağlamak: Sendelemeye başlayan özgüvenlerini ayakta tutmalarını sağlayan bir koltuk değneği olmuştu adeta. (K. Yardımoğlu)
- Koltuk değneğiyle: Başkalarının yardımıyla: Bir ulus dışardan sağladığı koltuk değneğiyle ayakta kalamaz. Bir gün gelir o koltuk değneğini kolumuzun altından çekerler.
- Koltuk düşkünü: Mesleğinden veya yaptığı işten çok, bulunduğu makamı gözeten (kimse): Albay Grubitz ise koltuk düşkünü bir iktidar yalakasıdır ve önemli yerlerde 'şişman bir dost edinmek' onun için oldukça önemlidir.
- Koltuk kapmak: Özellikle politik alanda yüksek katlara erişmek: Bugün bir koltuk kapmak için her yolu meşru görenler, yarıştığı insanların ayaklarına çelme takanların bu tavırdan alacakları çok dersler var... (M. E. Yıldırım)
- Koltuk kavgası: Mevki rekabeti ve savaşı: Yiğit ve kahraman Mehmetçik, Allah yolunda, vatan ve millet uğrunda can verir, kan dökerken, politika cambazları koltuk kavgası ile uğraşıyor... (M. Ozak)
- (birine) Koltuk vermek: Yüzüne karşı övmek, pohpohlamak: İçlerinden bazılarına, özellikle kendisine yaranma duygusuyla tatmin olanlara azıcık koltuk vermek yetecekti. (F. Gürcan)
- Koltukları kabarmak: Kendine ya da bir yakınına yapılan övgüden kıvanç duymak: Derviş Beyin bu büyük dostluk gösterisinden dolayı koltukları kabardı ve gözleri yaşardı. (Y. Kemal)
- Koltukta olmak: (şaka) Başkasının konuğu olup kendi para harcamamak: Yunanistan (…) bu fütuhatı kendi emeğiyle değil, ta 1821’den beri olduğu gibi devletlerden hediye ve peşkeş yoluyla, koltukta olarak elde etmek için debeleniyor. (Y. Kemal)
- Koltuğa gelmek: Övülmekten, pohpohlanmaktan hoşlanmak: (...) iftihar burnunu şişirip kendisinin koltuğa gelir takımından olduğunu pek izhar ediyordu. (Nasreddin Hoca)
- Koltuğa girmek: Evlenmek: "Nihayet sonbaharın yağmurlu, serin bir günü koltuğa giriyorum." (Ö. Seyfettin)
- Koltuğa vermek: Eskiden koltuk töreninde gelini damadın yanına getirmek: Nerede o kuşak bağlama, koltuğa verme, para serpme, köşeye oturma törenleri? (R. H. Karay)
- Koltuğu altına almak: Himayesine almak: Han, her yandan akın eden bilgin ve yazarı koltuğu altına almıştır. Nitekim, İbni Sina da bu amaçla buraya gelmemiş midir? (F. Bozkurt)
- Koltuğu doldurmak: Aldığı görevi tam olarak başarabilecek yetenekte bulunmak: Vatandaş, koltuğunu şerefle dolduran, Devleti ve Cumhuriyet Hükümetini şerefle temsil eden, tarafsız, adil, namuslu, çalışkan yöneticiler ister. (H. Öğütçen)
- Koltuğuna girmek: Yakınlık göstermek: Biçarenin aç olduğunu anladım. Koltuğuna girerek, haydi parkta biraz dolaşalım, dedim. (İ. Temo)
- (birinin) Koltuğuna sığınmak: Bir kimsece korunmak, birinden yardım görmek: İki küçük çocuğuyla dışarda kendini idare edemeyip sonunda ağabeysinin koltuğuna sığınmış. (Ş. Kutlu)
- (birinin) Koltuğunda olmak: Himayesinde olmak: Ben saçımı namuslu bir mücadele ile ağartmış ve ondan dolayı sevilmiş bir adamım, ben kimsenin koltuğunda adam olmuş değilim. (U. Mumcu)
- Koltuğunun altına sığınmak: Birinin koruyuculuğuna sığınmak: Bu kez annesinin koltuğunun altına sığınmış. Ağlamış, sızlamış... (H. Bektaş)
- Başını (kellesini) koltuğunun altına almak: Bir işe ölümü göze alarak girişmek: Bendeleri dahi başını koltuğunun altına alarak vatanım ve velinimetim için yapacağım bu hizmetten dolayı mesrur ve mağrur olduğum halde ve maruz kalacağım müthiş tehlikeleri düşünmekten kuvve-i müfekkiremi men'ile buraya geldim. (B. Şakir)
- Bohçasını koltuğuna almak: Kendi isteğiyle ayrılmak: Bohçasını koltuğuna almış, konaktan fırlayıp koşarlı ayaklarıyla soluğu yalı boyunda almış... (R. E. Koçu)
- Bohçasını koltuğuna vermek: Kovmak, işine son vermek: Hani yanılıp da bunu yapmış olsaydı hatır gönül tanımayacak, bohçasını koltuğuna verdiğim gibi kapı dışarı edecektim. (M. K. Su)
- İki karpuzu bir koltuğa sığdırmak: Aynı anda iki işi veya görevi yapmak: Bir liderin yaşamı her zaman iki karpuzu bir koltuğa sığdırmaya çalışmakla geçer.
- Kelle koltukta: Ölümü göze alarak: Her an kelle koltukta yaşadıklarını düşündü. Soğukkanlı olmaya çalışıyordu. (Ş. Ceviz)
- Kelle koltukta gezmek: Gözünü budaktan esirgemeden, ölüm tehlikesi altında: İki yıldır bıçak ağzında, kelle koltukta görev yaptım. (M. Makal)
- Kellesini koltuğuna almak: Ölümü göze almak: Memleket hizmetinde kelleyi koltuğa almışım. (S. Kocagöz)
Koltuk ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "koltuk" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Bir koltuğa iki karpuz sığmaz (İki karpuz bir koltuğa sığmaz/taşınmaz)*: Bir kişinin aynı anda iki farklı ve zor işi yapamayacağını ifade eder; aynı anda birden fazla büyük sorumluluk üstlenmenin zorluğunu ve imkansızlığını vurgular.
- Hacı sandığımızın/dediğimizin haçı koltuğundan çıktı: İyi sandığımız kişinin gerçek kişiliğini gizlediği ve kötü kişi olduğu anlaşıldı.
Koltuk ile ilgili birleşik kelime ve fiiller
- Koltuk altı: (anatomi) Koltuğun ortasındaki çukurluk.
- Koltuk değneği: Ayakları sakat olanların yürürken koltuk altlarıyla dayandıkları uzun değnek.
- Koltuk kapısı: Evlerde büyük kapıdan başka küçük hizmet kapısı.
- Koltuk meyhanesi: Yol üzerinde bulunan, az mezeyle ayaküstü içki içilebilen ucuz meyhane.
- Koltuk odası: Büyük bir odadan geçilerek girilen, genellikle ayrı bir kapısı bulunmayan küçük oda.
- Koltuk sarrafı: Küçük sarraf.
- Koltukçu:
- Koltuk yapan kimse.
- Kullanılmış eşya alıp satan kimse: Eşyaları koltukçu Ali'den aldırdılar. (H. İ. Dinamo)
- Koltuğunda mal alıp satan tacir, dükkansız esnaf: Koltukçu idi. Sonra gazete satarmış. (A. Tetik)
- Düğünlerde gelinle damada destek olan kimse: Koltukçu gelinin attan düşmemesi için ona yardımcı oldu.
- (mecazi) Yaranmak için birini öven, yüzüne karşı metheden kimse: Onun "koltukçu"nun teki olduğunu düşündü Başkâtip. O zamanlar koltukçu dediğin, insanı herkesin önünde alenen yalayıp duran tıynette biri idi. (İ. Algör)
- (argo) Aracı, muhabbet tellalı.
- Koltuklamak:
- Koltuğu altına almak, koltuğunda taşımak: Kalktı, çarşafını çenesinin altından iğneledi, bohçasını da koltuklayıp, evden çıktı. (İlgili cümle kaynağı: E. E. Talu)
- Koltuğuna girmek, kolundan tutmak: Beni koltuklayıp pansiyonun revirine götürmüşler. (Y. Erkan)
- (mecazi) Koltuklarını kabartacak sözler söylemek, pohpohlamak: Hem geline, hem de onu koltuklayan yengelere güveyin babası tarafından verilen hediyeler...
Soru/Yorum Gönder