"Kendi" nedir ne demektir? "Kendi" sözcüğü ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
  1. İyelik ekleri alarak kişilerin öz varlığını anlatmaya yarar. Üçüncü kişi için kullanılırken kuraldışı olarak "-ni, -ne, -nden, -nin" eklerini alır: Bu kazağı kendime örüyorum. Kendine güvenmese bu işe girişmezdi. Kendini bildi bileli böyle güzel bir at görmemişti. (Y. Kemal)
  2. Kişiler üzerinde ısrarla durulduğunu belirtmek için kullanılır: Kendim geldim. Kendimiz gitmeliyiz. Kendisi istedi.
  3. "Kendisi" ve "kendileri" biçimlerinde, saygı duygusuyla ya da söz konusu olanları amaçlayarak "o ve onlar" yerine kullanılır: Kendisi gelmediler mi? Kendileri neredeler acaba?
  4. İyelik eki almış adlardan önce eksiz olarak sıfat gibi kullanılır ve iyelik düşüncesini pekiştirir: Kendi fikrim. Kendi isteği. Kendi yemeğini kendisi yapıyor.



"Kendi" sözcüğü ile ilgili deyimler ve anlamları


İçinde "kendi" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:
( atasözlerine geç )

  • Kendi ağzıyla tutulmak: Suçu, yalanı ya da savının yanlışlığı kendi sözüyle ortaya çıkmak: Hâşim gözleri yola dikili, dedi ki: — Ağzınızla tutuldunuz, kaptanım!. Foyanız şimdi meydana çıktı; demek ki dün gece Florina'ya sorduğunuz kızıl saçlı, çilli kadını yakından biliyorsunuz... (R. H. Karay)
  • Kendi alemine dalmak:
    1. Çevre ile ilgisini kesip iç dünyasına kapanmak: Artık her biri kendi alemine daldı şimdi öylece düşünüyorlar. (R. Akpınar)
    2. Eğlenceye, zevküsefaya kapılmak.
  • Kendi ayağı ile gelmek: Kendi isteği ile gelmek: Biz aradık bulamadık ama kendi ayağıyla geldi. Hayat garip. (G. Süngü)
  • Kendi başına (kendi kendine):
    1. Kimseye sormadan: Bana söylemeden sen kendi başına nasıl amân veriyorsun... (C. Çekiç)
    2. Başkasının payı ya da yardımı olmaksızın, tek başına, bir başına: Kendi başına, ölen kocasının öcünü almanın yollarını araştırıyordu. (N. Cumalı)
  • Kendi bilir: Canı nasıl isterse, nasıl arzu ederse: – Ya gelmezse? – Kendi bilir!
  • Kendi çalıp kendi oynamak: (deyiminin anlamı) Başkalarının kararı da gerekli iken başkalarına aldırmayıp kendi kendine işler yapmak: Bugüne kadar herkesim kendi görüşlerine sanatı âlet edip, kendi çalıp kendi oynadı. Herkes kendisini doğru ve haklı görüp, diğer düşünce ve görüşlerdeki güzelliklere gözlerini ve kulaklarını tıkadı. (M. N. Sefercioğlu)
  • Kendi çöplüğünde ötmek: Hükmü kendi çevresinde geçerli olmak: Ama Şarlo ne de olsa sadece kendi çöplüğünde öter. (B. R. Eyüboğlu)
  • Kendi derdine düşmek: Kendi derdi yüzünden başka şeyle ilgilenememek: Zeybek Osman; ağa suçumuzu unuttu, kendi derdine düştü de şükür, diye düşündü, sevindi. (F. İ. Serhan)
  • Kendi gelen: Çalışmadan elde edilen (yararlı nesne): Mutluluk sana kendi gelen ya da yakalanan bir şey değildir.
  • Kendi göbeğini kendi kesmek: Gereksindiği yardımı başkalarının esirgemesi üzerine ne yapıp yapıp kendi işini kendi görmek: Akrabadan da böyle bir kimsesi yok. Ne yapsın garip? Bakacak kendi başının çaresine. Kendi göbeğini kendi kesecek. (M. Uslu)
  • Kendi gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, bir sakınca veya zarar söz konusu olmayan işlere girişmekten bile korkmak: Artık en ufak bir sese karşı bile duyarlı hale gelmiş, kendi gölgesinden korkar olmuştu. (N. Işkın)
  • Kendi halinde: Hiçbir şeye karışmayan kimseyi rahatsız etmeyen, sessiz, saf: Orta halli bir adam, basit, kendi halinde, saf ve temiz. (N. F. Kısakürek)
  • (Birini veya bir şeyi) Kendi haline bırakmak: İlgilenmemek, karışmamak, oluruna bırakmak: Bazıları sanıyor ki Allah bizi yalnızca yarattı ve sonra kendi haline bıraktı. (G. İ. Dinani)
  • Kendi havasına gitmek (kendi havasında olmak): Aklına eseni yapmak: Gerçi, her biri kendi havasına, kendi dairesine ve kendine göre bir hayat yapmıştı... (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Kendi hesabına çalışmak: Yaptığı işi sadece kendisi için yapmak: Şimdiye kadar kendi hesabına çalışmış, bundan sonra da muktedir olabiliyorsa milletine hizmet etmek istiyor. (H. Fedai)
  • Kendi kabuğuna çekilmek: Dışarısı ile olan ilişkilerini kesmek, kimse ile görüşmemek: Sevdiklerinin ölümlerinden sonra uzun bir süre kendi kabuğuna çekildi. Kimselerle konuşmadı, insan içine çıkmadı; bir daha evlenmek, yeni bir yuva kurmak istemedi. (B. Avcı)
  • Kendi kanatlarıyla uçmak: Hiç kimsenin desteği veya yardımı olmaksızın yaşamak: Hayatın her alanında, özellikle de eğitimde öğrenciye esas verilmesi ve öğretilmesi gereken; ona kendi kanatlarıyla uçabilme, ilim ve irfan yolunda kendi başına yürüyebilme yetisini kazandırabilmektir. (M. Atalar)
  • Kendi kendine:
    1. Kimseye danışmaksızın: Onu ölüme gönderen ben değilim, o kendi kendine gitti. (F. Baysal)
    2. Yalnız başına: Yalpalayarak evin kapısına kadar kendi kendine gitti. İçeri girdi. (K. Tahir)
    3. Kendi kişiliğine: Onun kendi kendine çektirdiği acıyı kimse kimseye çektirmez.
  • Kendi kendine gelin güvey olmak:
    1. Nasıl karşılanacağını hesaba katmadan bir işi olmuş bitmiş sayarak boşuna sevinmek: Bakıyorum, kendi kendine gelin güvey oldun bile... (S. Kocagöz)
    2. Karar verecek kişi bir başkası iken, asıl söz sahibi kendisi olmadığı halde, bir işi kendi başına tasarlayıp biçimlendirmeye kalkışmak: Üstelik bununla da kalmayıp kendi kendine gelin güvey olan çılgın beyninin işin peşini bırakmamasından dolayı ortada olmayan bir ilişki için acı çekmeye başlamıştı. (R. Ezgü)
  • Kendi kendini yemek: Bir şeyi, isteğine uygun olmuyor diye kendisine dert etmek, kendisine üzüntü yapmak: Dehşetli bir kıskançlık içinde, kendi kendini yiyordu. (O. Kemal)
  • Kendi kuyusunu kendi kazmak: Kendini zarara uğratacak davranışta bulunmak: Düşmanla işbirliği yaparak, şimdiden kendi kuyusunu kendi kazıyordu. (E. Kongar)
  • Kendi payıma: Bana gelince, bana sorarsanız, düşünceme göre, bence: Kendi payıma ben bu işi doğru bulmuyorum.
  • Kendi söyler kendi dinler: Ne söylediği anlaşılmaz, söylediği şeylere önem verilmez, kendi kendine söylenir: Böylece karşıt görüşlü kimse kalmaz, kalanlar da kendi söyler kendi dinler. (N. G. Esen)
  • Kendi yağıyla kavrulmak: Elinde olanlarla geçinip kimsenin yardımına gerek duymamak: Kendi yağıyla kavrulan dürüst, temiz bir insandı Süheyla. (N. Serimoğlu)
  • Kendimi bildim bileli: Öteden beri, eskiden beri: Ben kendimi bildim bileli oduncuyum efendim. Hatta babam da oduncuydu. (H. K. İpek)
  • Kendinde olmamak: Aklı başında olmamak: Kendinde değildi, nereye gittiğini, niye gittiğini farkında değildi. Sadece şunu biliyordu, hızla buralardan kaçmak, uzaklaşmak lazım.
  • Kendinde toplamak: Kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak: Fakat insan-ı kâmil mertebesindeki biri, tüm varlıkların en üstünü ve yaratılışın tüm özelliklerini kendinde toplamış olandır. (M. F. Kalın)
  • Kendinden geçmek: Bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak: Etrafı seyrederken o kadar kendinden geçerdi. (S. Faik)
  • Kendinden pay (paha) biçmek: Başkasının durumunu, kendi başından geçmiş benzeri bir durumla karşılaştırmak: İnsan kendinden pay biçerek düşman heyecanları dahi anlar, onlarda da bir bakıma kendini bulur. (M. Baydar)
  • Kendine benzetmek: Başkasını da kendisi gibi hareket eder duruma getirmek: Saide bunları nasıl da kendine benzetmiş! Bu gülümsemeleri tıpkı analarının gülümsemesi! (M. Ş. Esendal)
  • Kendine çeki düzen vermek: Kılık kıyafetini, üstünü başını derleyip toplamak, düzene koymak, düzenlemek: Kalktı, üstünü başını silkeledi; kendine çeki düzen verdi. (M. Uslu)
  • Kendine dert etmek: Bir şeyi kafaya takıp üzüntü konusu yapmak: İnsana insan olma değerini bahşeden, ona kişilik ve insanlık kazandıran yegane dert budur işte: Başkalarının derdini kendine dert edinmek! (M. Mutahhari)
  • Kendine etmek: Yaptığı işin zararı kendine dokunmak, kendi kendine zarar vermiş olmak: Kim ne ettiyse kendine etti. Eden ettiğini, sonunda hak yerini buldu. (İbrahim Efendi)
  • Kendine gel!: "Aklını başına topla" anlamında bir uyarma sözü: "Ey yolcu! Uyan artık kendine gel, kendine / Vakit geçti ömür güneşi kuyuya yöneldi (Mevlana Hz.)
  • Kendine gelmek:
    1. Ayılmak: Kızcağız yavaş yavaş kendine geldi. Su içti ve kendisini toparladı. Etrafa baktı... (A. E. Kavaklı)
    2. Aklı başına gelmek: Madam dalmıştı, sesle kendine geldi. Anlamsızca kısa bir an o tarafa baktı. (M. Adıbeş)
    3. Durumu düzelmek.
  • Kendine güldürmek: Kendini herkesin maskarası hâline getirmek, insanlara alay konusu olmak: Metin ol, düşmanlarını kendine güldürme. Allah büyüktür, bir gün her şey aydınlığa kavuşur, sabret. (A. Altan)
  • Kendine hakim olmak: Gereksiz bir davranışta bulunmamak ya da söz söylememek için kendini tutmak: Kızdığın zaman kendine hakim ol. Vakur, ağır başlı ve yumuşak huylu ol. (İlgili cümle kaynağı: İ. Sarı)
  • Kendine hisse çıkarmak: Ders almak: "Bu ibret dolu hikâyeden kendine hisse çıkar!" dedi. (B. Necatigil)
  • Kendine ... süsü vermek: Kendini ... gibi gösterme: Uyduruk kelime oyunlarıyla kendine zeki süsü veriyordu.
  • Kendine mâl etmek: Başkasının yaptığı işi kendisi yapmış gibi göstermek: Ne var ki, tercüme ettiği bir çok eseri hileyle kendine mal etti. (Ş. Döğen)
  • Kendine (onuruna) yedirememek: Kendine yapılan ya da kendisinin başkasına yapması söz konusu olan bir şeyi onur kırıcı sayıp yapmaktan vazgeçmek: Timur'un önünde kaçmayı kendine yediremedi."Yıldırım Bayezid Han savaştan kaçtı" dedirtmektense ölmeyi tercih ediyordu. (Y. Bahadıroğlu)
  • Kendine yontmak: Çıkan bir fırsattan yararlanarak ve başkalarını hiç düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yolda davranmak: Her büyük güç olayları kendine yontuyor. (O. Koloğlu)
  • Kendini adamak: Tüm ilgisini, alakasını, zamanını vb. bir şeye ayırmak, o şeye kendini vermek: Yunus, Hakk'a kendini adadı, hakikati buldu. Sen teklikten, benlik anlamaktasın! (K. A. Yılmaz)
  • Kendini ağırdan satmak: Bir işi yapmak istediği halde nazlanarak kabul etmemek. Çünkü isteseydi, kendini ağırdan satabilir, duygularını açık etmektense biraz nazlanıp beni kendine sırılsıklam âşık edebilir ve sonunda bana her istediğini yaptırabilirdi. (M. R. Yalçınkaya)
  • Kendini akıntıya bırakmak: Olaylara karşı direnmemek, tâbi olmak, sonuçları kabullenmek: Hiçbir şey umurunda değil. Bırakmış kendini akıntıya... (E. Bener)
  • Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak: Bu sözler karşısında gülmekten kendimi alamadım.
  • (Bir yere) Kendini atmak: Hemen gitmek: Yaz gelince kendimizi deniz kıyısına atıyoruz.
  • Kendini ateşe atmak: Bile bile tehlikeli bir işe girişmek: Başkalarının iyiliği için kendini ateşe atan Said Efendi, âlicenap bir adam idi. (O. Çetinoğlu)
  • Kendini avutmak: Acısını sıkıntısını yatıştırmak, teselli etmek: Gözünden kaybolduğu zaman, hemen hayallerine misafir ediyor, yakınlığı ve sohbetiyle kendini avutuyordu. (A. C. es-Sahhar)
  • Kendini beğenmek: Başkalarını küçümseyerek kendini üstün görmek: Kendini beğeniyor, gücünün her şeye yettiğini düşünüyordu. (Z. Nur)
  • Kendini bırakmak:
    1. Kendine özen göstermemek: Epey çökmüş. Biraz kendini bırakmış gibi görünüyor. (O. Balcıgil)
    2. Gevşek, rahat bir biçimde kalmak: Onu ilk defa bu kadar gülümserken ve kendini bırakmış görüyordum. (G. Sunar)
  • Kendini bilen/Kendini bilir): Ağırbaşlı, onurlu, saygınlığını korumasının bilen: Ersin bu savaştan yenik, ama artık kendini bilen biri olarak çıktı. (A. Tunç)
  • Kendini bilmek:
    1. Aklı başında olmak: Kendini bil. Kendini bilerek ilerle. (N. B. Aytekin)
    2. Erin olmak, ergenlik çağına girmek: Erkek, erkeklik çağına girdi, kendini bildi mi, çocukluk, ölür gider... (Mevlana Hz.)
    3. Durumuna, onuruna yakışır biçimde davranmak: Ona karşı gevşekliği, kendini tutmadaki yetersizliği onun gibi kendini bilen bir erkek için ayıp değil miydi? (M. Gorki)
    4. Kendisinin ne olduğunu idrak etmek, hakikatine erişmek: Allah Teâlâ, Davud aleyhisselâma buyurdu: "Ey Davud, kendini bil ki beni bilesin." (Erzurumlu İbrahim Hakkı)
  • Kendini bir şey sanmak: Kendini olduğundan değerli görmek: Kendini bir şey sananların hiçbir şey olmadıklarını söylemek bile kendini bir şey sanmaktır... (İ. Dilber)
  • Kendini bir yerde bulmak: Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak: Tanımadığı bir bahçede kendini bulmuştu.
  • Kendini bulmak: Kişilik kazanmak: O artık kendini bulmuştu.
  • (Bir yere) Kendini dar atmak: Ferahlık bulacağı bir yere yetişmiş olmak: Islana ıslana caddeye çıkınca en yakın bir kahvehaneye kendini dar attı. (N. Muhiddin)
  • Kendini dev aynasında görmek: Kendini olduğundan pek çok üstün biri gibi görmek: Kraliçe'nin her zamanki gibi kendini dev aynasında gördüğü belli... (J. Tanizaki)
  • Kendini dinlemek:
    1. Hastalık kuruntusu içinde bulunmak: Sen kendini dinliyorsun aslında hiçbir şeyin yok.
    2. Kendi haline kalmak: Başını yastığa gömdü, kendini dinlemek istiyordu. (O. Akbal)
  • Kendini dirhem dirhem satmak: Pek nazlı ya da kurumlu davranmak: Bir güzel bilirim bir daha bilmem / Onda gör cilve nedir eda nedir / Öyle satar kendini dirhem dirhem / Ondan bu gönül deli divanedir (C. S. Tarancı)
  • Kendini düşünmek: Daima kendi çıkarını kollamak, bencil davranmak: Kendini düşünen. Empati yapmayan. Başkasını düşünmeyen. Varsa yoksa ben diyen. Kendisi yiyen. Kendisi giyen. Üretmeyen. Tüketen. Kendisi gülen. Kendisi eğlenen. Kendisi doyan. Kendisine alan. Kendisine yontan. Sağa sola bakmayan. Kendini gören. Sadece kendini bilen. Bir toplum olduk. (M. H. Topay)
  • Kendini ele vermek: Yaptığı bir davranış veya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak: Ne kadar gizlenmeye, saklanmaya çalışılsa da kendini ele verir aşk... (Z. Şahin)
  • Kendini fasulye gibi nimetten saymak: Kendine aşırı ölçüde değer vermek: Bir de kendini fasulye gibi nimetten sayıp etrafa caka satması yok mu... (T. Çetin)
  • Kendini göstermek: Gücünü göstermek, beğenilecek niteliklerini gözler önüne sermek: Savaş meydanında komutan olarak kendini göstermiş...
  • Kendini harap etmek: Sıkıntı veya üzüntüden perişan olmak: Aşkını yaşayabilmek uğruna kendini harap etti aylarca. (İ. İ. Turan)
  • Kendini (kendisini) helâk etmek: Ölesiye çalışıp yorgun, bitkin düşmek: Sabahtan akşama kadar kendini helak ediyor ama, durmadan azar işitiyor. (S. Dölek)
  • Kendini hissettirmek: Varlığını belli etmek: İçim ürperdi. Soğuk birden kendini hissettirmişti. (K. Arslanoğlu)
  • Kendini kapıp koyvermek: İradesini kullanmamak, gevşemek, kendini bırakmak, kötümser, karamsar olmak: Başına bir felâket belâ geldiğinde, yüzün ekşiyor, kendini kapıp koyuveriyorsan, sabırlı insanlardan sayılmazsın. (F. Attar)
  • Kendini kaptırmak:
    1. Bir şeyin etkisinden kurtulamayacak duruma düşmek: Şems, Mevlâna'nın büyüklüğünü kavramış bir derviş olarak, ona kendini kaptırdı. (İlgili cümle kaynağı: H. Z. Yiğitler)
    2. Bir işe olanca gücüyle sarılmak.
  • Kendini kaybetmek:
    1. Bayılmak.
    2. Öfkesinden ne yaptığını bilmemek: Ve kendimi kaybedip yakasına yapıştım. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Kendini matah sanmak: Kendini olduğundan daha fazla değerli kabul etmek: Bunu, kendini matah sanmış bir Batılı aydın olmanın kefareti olarak yaptığını söylemişti. (H. Taner)
  • Kendini naza çekmek: Nazlanmak: Yaz mevsimi bu sene kendini naza çekiyor, soğuklar bir türlü siyah feracesini giyinip gitmiyordu. (M. A. Sinan)
  • Kendini paralamak: Çok çaba ve özen göstermek: Yıllarca iyi şeyler yapabilmek için kendini paraladı durdu. Bir gün ölüm haberini aldığımda artık o yoktu. (Ö. Babacan)
  • Kendini tartmak: Ne durumda olduğunu anlamak için kendini yoklamak: Eve dönerken uzun uzun düşündü. Kendini tarttı. "Yok dedi, bende de o güç yok..." (T. Apaydın)
  • Kendini temize çıkarmak: Kabahatsiz veya suçsuz olduğunu ispatlamak: "Kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (Allah), kötülükten sakınanı daha iyi bilir." (Necm, 53/32)
  • Kendini toparlamak:
    1. Durumunu düzeltmek: Bir müddet hüngür hüngür ağladıktan sonra kendini toparladı ve; "Bir anda duygularıma hâkim olamadım, lütfen kusura bakmayın" dedi. (M. Aşkar)
    2. Dikkatini çalıştığı konuya toplamak: Bir iki kekeledi ama kendini toparladı. İyi bir haber sunucusu, asla haber sunmayı aksatmamalıydı. (F. Erdoğan)
  • Kendini tutamamak: Bir durum karşısında heyecanına kapılıp bir şeyler söylemek ya da yapmak; kendine hakim olamamak: Odaya girdiklerinden beri hiç konuşmayan Mehtap daha fazla kendini tutamadı: "Of ya! O sersemin tedavisinden bize ne arkadaş? Sen sadece Dilara'ya yardımcı ol yeter..." (F. Yıldırım)
  • (Bir şeye) Kendini vermek:
    1. Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak: İnsanlığa nur saçan ilim hayatına kendini verdi. (Z. Gökalp)
    2. Bütün gücünü bir şeyi yapmaya harcamak: Fadiş, birden kendini verdi toprağa. Ocaklardan fışkırmış on yirmi kavun, karpuz fidelerini yolar gibi... (A. Sayar)
    3. Kendisini bir şeyin tutkusuna kaptırmak: Kendinden geçerek ve sarhoş bir hâlde Kaydo dilberine kendini verdi ve teslim etti. (M. T. Tan)
  • Kendini (bir şeye) vurmak: Üzüntülerini unutmak niyetiyle bir şeye düşkün olmak, müptelası durumuna gelmek: Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur. (Ü. Y. Oğuzcan)
  • Kendini yerden yere atmak: Kendini şiddetle yere fırlatmak: Küçük Hanım kendini yerden yere atarak bağırıp ağlıyordu. (S. Ayverdi)
  • Kendini yiyip bitirmek: Kendi kendini üzmek, kendi kendini yemek: "Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip bitireceksin." (Şuara suresinden)
  • Kendini yoklamak: Duygu, düşünce ve beden bakımından kendisini kontrol etmek: Gözlerini açtığında kendini yokladı. İçinden "Yaşıyorum" diye geçirdikten sonra... (F. Bahtoğlu)
  • Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayriye himmet ede: Kendisi yardıma muhtaçken nasıl olur da başkasına yardım edebilir.
  • Kazdığı kuyuya (çukura) kendisi düşmek: Başkası için hazırladığı kötülüğe kendi uğramak: Yaptığı hatayı anladı, ama artık geri dönemezdi. Kazdığı kuyuya kendisi düşmüştü. (Y. Bahadıroğlu)
  • Kerameti kendinden menkul: Sahip olduğu nitelikleri kendisi söyleyen: Burada öyle bir şey de yok, şeyhin kerameti kendinden menkul. Yani kerametini anlatıyor ama kendinden başkası görmemiş... (F. Çıtlak)
  • Nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Hep kendi çıkarını gözeterek iş görmek: Tüm hikâyeleri, petrol yatakları üstüne idi. "Nalıncı keseri" gibi her daim kendine yontuyor, sonunda yonga da keser de kendilerine kalıyordu.
  • Ta kendisi: ("ta" kısa söylenir) O kimse, tastamam kendisi: Bu adam, bu, bu önünde oturan adam, o idi, o, ta kendisi. (Ç. Gülersoy)


"Kendi" sözcüğü ile ilgili atasözleri ve anlamları


İçinde "kendi" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Kendi ayıbını görmez de elin ayıbını söyler: Bazı kimseler kendileri utanılacak durumda oldukları halde başkalarının kusurlarını ayıplarlar.
  • Kendi çalar, kendi oynar: Kişinin kendi başına bir şeyler yapıp, başkalarından destek veya ilgi görmeden eğlenmesini ifade eder. Bu, başkalarına ihtiyaç duymadan, kendi kendine yetebilmeyi veya bir konuda yalnız kalmayı anlatır.
  • Kendi devesini yeden ölmemiş: Kendi işini kendi gören kişiler kolay kolay sıkıntıya düşmezler (yedmek: Çekerek peşinden götürmek).
  • Kendi düşen ağlamaz*: (atasözünün anlamı) Kendi zararına kendi neden olanın yakınmaya hakkı yoktur.
  • Kendi düşen kendi kalkar: Başkalarını dinlemeyip kendini güç bir duruma sokan kimse, bu durumdan kurtulmasını da bilmelidir.
  • Kendi etti kendi buldu: Yaptığı hatadan dolayı zarar gören kişi bu durumdan kendisi sorumludur.
  • Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür: Büyük kusurlarına bakmayıp başkasının en küçük kusurunu bile kınayanlar için söylenir (mertek: Kalın odun): Bütün bu facialar sıra sıra tarih sahnesinde boy göstermekte iken, batı nasıl bir yılışıklık ve utanmazlıkla, mazlum ve masum milletlerden hesap sormakta, böylece de kendi gözündeki merteği görmezlikten gelip başkalarının gözündeki çöpe takılmakta bulunuyor? (S. Ayverdi)
  • Kendi güzel olacağına huyu güzel olsun: Dış güzellik bir müddet sonra önemini kaybeder, huy güzelliği öne çıkar.
  • Kendi işini kendi gören kazanır: Kendi başının çaresine bakmayı iyi bilen hayatta fazla sıkıntı çekmez.
  • Kendi yağıyla kendi kavrulur: Bir kişinin kendi çabalarıyla başarılı olabileceğini ve başkalarına bağımlı olmadan işlerini halledebilmesini ifade eder.
  • Kendin kazan, kendin ye, kimseye minnet etme: Herkes kendi imkanları ölçüsünde yaşayarak başkalarına muhtaç olmamalıdır.
  • Kendinde tecrübe etmediğin şeyi başkasına tavsiye etme: Bir konuda deneyimi olmayan kişinin, o konuda başkalarına öneride bulunmaması gerektiğini ifade eder.
  • Kendinden aşağı bak da haline şükret: İnsan içinde bulunduğu sıkıntıya aldırmamalı, bir de kendisinden kötü durumda olanları düşünmelidir.
  • Kendinden büyüğe el kaldırma: Büyüklere saygısızlık etmek, onlara kırıcı davranışlarda bulunmak görgü ve ahlâk kurallarına yakışmaz.
  • Kendinden büyükle bahse girişme: İnsan, bilgi ve tecrübe gerektiren konularda kendisinden üstün kimselerle tartışmaya girmemelidir.
  • Kendinden büyükle ortak olma: Kişi kendisinden büyük ve güçlü kimselerle ortak bir işe kalkarsa hakkına düşeni alamayabilir.
  • Kendinden küçükten kız al, kendinden büyüğe kız ver (kendinden küçüğe kız verme): Gelinlerin kocalarına karsı saygı duymalarını sağlamanın kolay yolu, erkek ailesinin kız ailesinden yüksek olmasıdır. Kızlar, evlenecekleri erkeğin evinde, babalarının evinde bulduklarından fazlasını bulup mutlu olmalıdır.
  • Kendine acımayan başkasına da acımaz: İnsan her şeyden önce kendisine merhamet etmeyi öğrenmelidir.
  • Kendine gelince eyvallah, halka gelince illallah: Bazı bencil kimseler her işte öncelikle kendi çıkarlarını düşünürler. Başkalarının ne yapacağı onları ilgilendirmez.
  • Kendini bilmeze kendini bildirmek öküze kaftan biçmek gibidir: İnatçı, haddini bilmez kimselere söz geçirmek çok zordur.
  • Kendini kollayan hekimdir: Sağlığına dikkat eden kişi kendisinin doktorudur.
  • Acemi gelin kendine çeki düzen vereyim derken, düğün bayram savışır: Bazı şeylerin zamanında ve doğru şekilde yapılmasının önemini vurgular. Bazı konular vardır ki eğer zamanında yapılırsa anlamı olur.
  • Acemi nalbant gavur eşeğinde dener kendini*: Ustalaşmamış, iyi yetişmemiş bir kimse, deneyimlerini önemsiz, varlığıyla yokluğu bir olan şeyler üzerinde yapar.
  • Aç adam kendini ateşe salar: İnsan aç kalınca kamını doyurmak için tehlikeli işlere bile girişebilir.
  • Aç köpek, kendini aslana vurur: Aç kimse, açlığını gidermek için gerekirse en tehlikeli davranışları bile göze alır.
  • Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır*: İnsanların yoksun kaldıkları şeylere duydukları özlemin, onları olmayacak hayaller ve düşler kurmaya yönlendirdiğini ifade eder. Kişinin eksiklik ve ihtiyaçlarından dolayı gerçekçi olmayan beklentilere kapılmasını anlatır.
  • Adama devlet kendi ayağı ile gelmez: Zenginlik, bolluk, insanı arayıp bulmaz, elde etmek için çaba göstermek gerekir.
  • Ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın*: "Kendini acındıranlardan kork" anlamında söylenen bir atasözü.
  • Akarsu çukurunu kendi kazar*: İçinde çalışma arzusu olan kimse her zaman kendisine uygun bir iş bulur.
  • Akbaba leyleğin dayısı, herkese kendi başının kaygısı: Herkesin en çok kendi çıkarlarını ve dertlerini düşündüğünü ifade eder. Herkesin önceliği kendi sorunlarıdır; başkalarının derdi, genellikle ikinci planda kalır.
  • Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş (Herkes aklını pazara çıkarmış, yine kendi aklını almış / Akıllar gelin olmuş, herkes kendininkini beğenmiş)*: İnsan kendi akıl ve düşüncelerini her zaman başkalarınınkinden üstün görür ve beğenir.
  • Akıllı adam kendisinden kuvvetliyle tutuşmaz: İnsan gücünün sınırlarını bilmelidir.
  • Alçak yerde, tepecik kendisini dağ sanır*: Çok bilgili, usta, değerli kimselerin bulunmadığı bir yerde, az bilgili, az değerli olanlar kendilerini bir şey sanırlar.
  • Ana baba evlat için, evlat kendi başı için: Ana baba, çocukları için yaşar, yaptıkları her işi çocukları için yaparlar; oysa çocukları sadece kendilerini düşünür.
  • Aslan kuyruğu ile oynamak, kendi başına iş açmaya çabalamaktır: Bilinçsizce veya gereksiz yere tehlikeye girmek anlamında kullanılır; güçlü veya saldırgan bir kişiyle uğraşmanın sonuçlarının ciddi olabileceğini vurgular.
  • Aşığa rüsvalık kendi belasıdır: Aşıklar, sevdikleri uğruna toplumda hor görülecek durumlara düşerler.
  • Aşık, alemi kör, dört yanını duvar sanır*: Aşk yüzünden kendini bilmez duruma gelen kimse, aşırı davranışlarda bulunur; herkes bunları görmez ve işitmez sanmaya başlar.
  • Ata malı mal olmaz, kendin kazanman gerek*: Babadan kalan mal kalıcı değildir, çabuk biter; kişinin gerçek malı, kendi çalışmasıyla elde ettiği maldır.
  • Az ye de kendine bir hizmetçi/hizmetkar tut: Tembellik edip, her işini başkalarına yaptırmak isteyen kişiler için söylenir.
  • Azma, uzma, kendi mezarını kendin kazma: Taşkın hareketlerde bulunup başını derde sokma.
  • Balta kendi sapını kesmez: Bir kişinin veya şeyin kendi kendisine zarar vermeyeceğini ifade eder.
  • Başkasına fenalık eden kendine etmiş olur: Haksız yere başkalarına kötülük eden insan, zorda kaldığında yardım isteyecek dost bulamaz.
  • Başkasına minder atan, kendi altına atar: Başkalarına iyi davranan kişi, kendisi de aynı karşılığı onlardan görür.
  • Bıçağı kestiren kendi suyu, insanı sevdiren kendi huyu*: Bir şeyin, bir kimsenin değeri, kendisinde aranılan özel niteliklerle artar.
  • Bıçak kendi kınını kesmez: Kişi uyum içinde yaşadığı dostlarına ve yakınlarına kötülük düşünmez.
  • Cahil kendisinin düşmanıdır, başkasına nasıl dost olur: Cahil insanların kendi zararlarına davrandığını ve bu nedenle başkalarına faydalı olamayacaklarını ifade eder. Yani, kendisine bile yararı dokunmayan biri, başkalarına dost olamaz.
  • Camızı kadı etmişler, samanlığı kendine ayırmış: Bencil kişi mevkii sahibi olduğunda önce kendi çıkarlarını düşünerek hareket eder (camız: Su sığırı, manda, kömüş).
  • Çapkın at, boğazını kendi çıkarır: Başarılı ve yetenekli olanların daha fazla ilgi göreceğini ve bu sayede daha iyi şartlara sahip olacağını ifade eder [çapkın: (eskiden) Hızlı koşan, hızlı çapan, eşkin].
  • Çoban çorabını kendi örer: Bir kişinin kendi ihtiyaçlarını kendi çabasıyla karşılaması gerektiğini ifade eder. Yani, her birey kendi işini ve ihtiyaçlarını kendisi halletmelidir.
  • Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider*: Çocuk kendisine ısmarlanan işi beceremez. Bu nedenle, ona iş buyuranın da arkasından gitmesi gerekir.
  • Deli kendi kendine güler: Herkesin paylaşmadığı veya anlamadığı komik bir duruma yalnız başına gülenler için söylenir.
  • Deli kısmı kendi söyler, kendi işitir: Dengesiz veya mantıksız kişiler, söylediklerine başkalarının ilgisini çekemeden, yalnızca kendileri konuşur ve kendileri duyarlar. Bu atasözü, toplumda karşılık bulamayan ve yalnızca kendi kendine konuşan insanları tanımlamak için kullanılır.
  • Deli kız düğün etmiş, kendi baş sedire geçmiş*: Densiz, budala kimsenin toplum kurallarından, törelerden haberi yoktur, en olmayacak şeyleri yapar.
  • Deve kendi kamburunu görmez, arkadaşının kamburunu görür: Bazı görgüsüz kimseler aynı hata kendilerinde de bulunduğu halde buna aldırış etmeden başkasının bir hatasını görünce, onu ayıplamaya kalkarlar.
  • Düşmanın karınca olsa kendini merdane tut*: Düşmanın ne kadar güçsüz olursa olsun dikkat et, uyanık ol (merdane: mertçe, yiğitçe).
  • Düşmanına acıyan kendine yazık eder: Düşmanı zor durumdayken ona acıyıp yardım eden kendisini tehlikeli bir sona sürükler.
  • Düşmanını kendinden üstün gör, zayıf çıkarsa bahtına: İnsan düşmanını küçümsemez, onu çok tehlikeli olarak görürse düşman zayıf da olsa bundan bir şey kaybetmez, aksine çok şey kazanır.
  • Ekmeğini kendi yiyen sofrasını kendi kaldırır: Kimseden yardım görmeden, yalnız çalışan kimseler, yaptıkları işin tüm sorumluluklarını da üstlenmiş olurlar.
  • El elin eşeğini yırlaya yırlaya, kendi eşeğini terleye terleye arar*: İnsanın kendi sıkıntı ve sorunlarına başkaları gereken önemi vermez, gerektiği kadar ilgilenmez.
  • El elin iyisinde kötüsünde değil, kendi havasında: "Herkes önce kendi çıkarlarını düşünür" anlamında söylenen bir atasözü.
  • El eliyle yılan tut, kendi elinle helva yut: Mümkün olduğunca tehlikeli işler yabancılara bırakılmalı, kişi emin olduğu işleri kendisi yapmalıdır.
  • El için kuyu kazan, evvela kendi düşer*: Başkasını tuzağa düşürmeye çalışan kimse, bu tuzağa ondan önce kendi düşer.
  • El insanın halinden ne bilsin, herkes kendi çektiğini bilir: Başkaları bizi, biz de diğer insanları tam olarak anlayamayız, sorunlarını bilemeyiz.
  • El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu değirmen taşı sanır*: Başkasının gücü karşısında boyun eğmek zorunda kalacağını anlayamamış kimse, kendi gücünün herkese boyun eğdireceğini sanır.
  • Ele verir talkını (telkini), kendi yutar salkımı (Ele verir öğüdü, kendi kırar söğüdü)*: Kendisinin inanmadığı ve tutmadığı öğütleri başkalarına kolayca verir.
  • Elin köyünde horoz olmaktansa, kendi köyünde tavuk olmak yeğdir: İnsan hiç tanımadığı bir yerde varlıklı da olsa mutlu olmaz. Bu yüzden yoksul da olsa dostlarının, tanıdıklarının yanında yaşamak ister.
  • Eşeğin anırtısı kendine hoş gelir: Kişinin kendisini objektif olarak değerlendirmesinin zor olduğunu ve bu nedenle kendi yaptıklarını beğenmesinin doğal olabileceğini ancak bu durumun başkaları için rahatsız edici olabileceğini vurgular.
  • Eşeği dama çıkaran yine kendi indirir*: Akılsızca, olmayacak bir iş yapan kişi, bu işi gene kendisi düzeltmek zorunda kalır.
  • Eşeğin semeri kendine yük gelmez: Kendisi ve yakınlarının çıkan için yaptığı işler insana ağır gelmez.
  • Gelin altın taht (kürsü) getirmiş, çıkmış (üstüne) kendisi oturmuş*: Bir topluluk içerisinde giren kimse, birlikte getirdiği eşyayı kendisi kullanacaksa kimseye bu konuda söz düşmez.
  • Gelin halıyı getirir, kendi serer kendi oturur: Bir eve gelin giden veya bir topluluğa giren kişi yanında getirdiği bir şeyi yalnız kendi kullanıyorsa başkaları için o şeyin hiç önemi yoktur.
  • Her balık kendi yemiyle tutulur: Her işin veya durumun kendi içinde geçerli olan kuralları ve yöntemleri olduğunu ifade eder. Başarının ve etkinliğin her durum için özgün yaklaşımlar gerektirebileceğini vurgular.
  • Her dağın derdi kendine göre*: Herkesin kendi durumuna bağlı olarak sorunları vardır.
  • Her evin işi, her dağın kışı kendinedir: Herkesin kendi yaşadığı yer veya durumla ilgili sorumlulukları olduğunu ifade eder. Başkalarının yaşadığı zorluklar veya görevlerle ilgilenmek yerine, her bireyin kendi evi veya yaşamıyla ilgilenmesi gerektiğini vurgular.
  • Her horoz (tavuk) kendi çöplüğünde (küllüğünde) öter (eşinir)*: Herkes ancak kendi çevresinde sayılır ve sözü orada geçer.
  • Her kişi kendi çöreğine köz eşer: Herkes önce kendi çıkarını düşünür.
  • Her koyun kendi bacağından asılır*: Herkes kendi davranışlarından sorumludur, herkes kendi hatasının cezasını kendi çeker.
  • Her kuş kendi sesinden tanınır: Her şeyin, her kişinin kendisini tanıtan, karakterini yansıtan bir takım özellikleri vardır.
  • Her kuş kendi sürüsünde uçar: Kişi bildiği tanıdığı yerde yaşar, tanımadığı yerlerde yabancılık çeker.
  • Her kuş yuvasını kendi yapar: Kimse kimseye ömür boyu yardım etmez. Herkes geleceğini kendisi tayin eder.
  • Her öküz kendi eşiyle/çiftiyle koşulur: Aynı huy ve özelliklere sahip kişiler birbirleriyle daha iyi anlaşırlar.
  • Herkes kendi aklını beğenir*: → Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş.
  • Herkes (kimse) kendi ayıbını bilmez (görmez)*: İnsan kendi kusurunu göremez, bilemez.
  • Herkes kendi çıkarına bakar: Herkes kendi çıkarını başkalarının çıkarlarından üstün tutar.
  • Herkes kendi derdinden söyler: Herkes kendi yaşamını ilgilendiren sorunlar için uğraşır. Başkalarının derdini kendi derdiymiş gibi düşünmez.
  • Herkes kendi günahına göre yanar: Herkes kendi günahının cezası oranında acı çeker
  • Herkes kendi nefsini düşünür: Herkes kendi ihtiyaç duyduğu şeyler için çaba harcar.
  • Herkes kendi ölüsüne ağlar*: Kimse başkasının acısını, kendi acısı gibi duyamaz.
  • Herkes kendini beğenir: Herkes kendi görüş ve düşüncelerini başkalarınınkinden üstün görür.
  • Herkes külü kendi çöreğinin üstüne çeker: Bir şeye herkes kendi istediği ölçüde sahip olmak ister.
  • Herkes (insan, kişi) ne ederse kendine eder*: Kişinin davranışları kötüyse çevresinden gördüğü karşılık da aynı nitelikte olur.
  • Herkesi kendi gibi sanan aldanır: İster dürüst olsun, ister olmasın, başkalarını da kendileri gibi sananlar hataya düşerler.
  • Herkesi nasıl bilirsin? Kendin gibi: Kişi karşısındaki insanı da kendi gibi görür ve öyle yargılar.
  • Herkesin çektiği kendi dili belasıdır: Herkes kendi sözlerinden sorumludur ve yanlış sözlerinin cezasını yine kendi çeker.
  • Herkesin malı kendine kıymetlidir: Hiç kimse malına en ufak bir zarar gelmesini istemez. Çünkü herkes sahip olduğu mala başkalarından daha çok değer verir.
  • Herkesin serçesi kendine bülbüldür: Herkesin çocuğu kendine güzeldir.
  • İğneyi kendine çuvaldızı başkasına (ele) batır*: Ağır ve acıtıcı bir işi başkasına yapmadan önce onun biraz daha hafifini kendimize uygulamalı, tutumumuzu bunun etkisine bakarak belirlemeliyiz.
  • İnsan başını kendi derde sokar: Kişinin genellikle kendi hataları veya yanlış kararları sonucu zor durumlara düştüğünü ifade eder.
  • İnsan kendini beğenmese çatlar (ölür)*: Kişiliğini üstün bir değer olarak görmek, kendi aklını beğenmek insanın özünde vardır.
  • İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgesi sanırmış*: Başkasının korumasıyla iş yapan akılsız kişi, desteklendiğini unutarak kendi gücüne inanır.
  • İyi aşçı, güzel aşçı, kendi pişirir kendi yer: Becerikli ve yetenekli kişilerin, işin kalitesinden emin olmak için işlerini kendilerinin yapmayı tercih ettiklerini vurgular.
  • İyi at kendine çubuk çaldırmaz/vurdurmaz: Dürüst ve iyiliksever kişi başkalarının tepkisine yol açacak davranışlarda bulunmaz.
  • İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez: Kadın eviyle gerektiği gibi ilgilenir, kocasını kızdıracak davranışlarda bulunmazsa kocasından kötü muamele görmez.
  • Kaldırıp kendini denize atar, topuğunu bile ıslatmaz: Bir kişinin büyük bir işe girişip, aslında en küçük bir risk veya zarar dahi almadan bu işten başarılı bir şekilde çıkmasını ifade eder.
  • Karga kekliği taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış*: (atasözünün anlamı) İmrendiği kişinin yaptığını yapmaya kalkışan yeteneksiz biri hem başarısız olur, hem de kendi doğal davranışını yitirip gülünç duruma düşer.
  • Karga kendi gözünde kartaldır: Değersiz ve kendini beğenmiş kişi her konuda kendisini başkalarından üstün görür.
  • Karga öküzün başını kendi kârı için bekler (kendi çıkarı için bitler): Çıkarcı kişiler birine iyilik yapıyorsa mutlaka o işten bir çıkarları vardır.
  • Karınca kanatlanınca kendini serçe oldum sanır: İnsanlar küçük başarılarını abartarak kendilerini olduğundan önemli görmemelidirler.
  • Kartala bir ok değmiş, yine kendi yeleğinden*: Bir kimseye en büyük kötülük, kendisine çok yakın olanlardan gelir.
  • Kelin ilacı (merhemi) olsa başına sürer (Kel ilaç bilse kendi başına sürer)*: Kendine hayrı dokunmayan kişiden başkasına hayır gelmez.
  • Kimse kendi memleketinde peygamber olmaz*: İnsanlar kendi çevrelerinden olan kimseyi gereği gibi değerlendiremezler.
  • Kişi hoştur dilin kendinde tutmak, yumup ağzını bildiğini unutmak: Olur olmaz ve gereksiz konuşmanın toplumda iyi karşılanmayacağını anlatır.
  • Kişi izzetini kendi arttırır: İnsan değerini kendi davranışları ile arttırır.
  • Kişi kendini herkesten aşağı tutmalıdır: İnsanın mevkisi, ne olursa olsun, alçakgönüllü davranır, yaptıklarıyla övünmezse toplumda daha çok sevilir.
  • Kişi ne yaparsa/ederse kendine yapar/eder*: İnsan başkalarına nasıl davranırsa onlardan öyle karşılık görür.
  • Kişinin boğazı, kendinden aşağı gerek: İnsani değerlerin ve erdemlerin, bireylerin kendi çıkarlarının ve ihtiyaçlarının üzerinde tutulması gerektiğini ifade eder.
  • Kişinin kendine ettiğini kimse (alem bir yere gelse) edemez*: İnsana en büyük kötülük kendi kötü tutumundan gelir.
  • Kişinin iradesi kendi elindedir: Yaşanılan hayatın olumlu veya olumsuz gelişmesi insanın vereceği kararlara bağlıdır.
  • Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi*: Sen çevrende bulunanlara karşı nasılsan (iyi ya da kötü) çevren de sana karşı aynı duyguları beslemektedir.
  • Komşunu iki inekli iste ki, kendin bir inekli olasın*: Durumunun iyi olmasını istiyorsan başkalarının da iyiliğini iste.
  • Köpeğe gem vurma, kendini at sanır*: Kendisine değeri varmış gibi davranılan değersiz kişi, gerçekten değeri bulunduğuna inanır.
  • Köpek köyü için değil, kendi için havlar: Kötü ruhlu, karaktersiz kişiler başkalarına bir iyilikte bulunurlarsa bunu mutlaka çıkar için yapıyorlardır.
  • Kötünün kendi belası kendine yeter: Kötü niyetli veya kötü davranışlarda bulunan kişilerin, kendi kötülükleri nedeniyle zaten yeterince sıkıntı çektiklerini ifade eder. Kötü insanlar, yaptıkları kötülüklerin sonucunda kendi kendilerine zarar verirler; başkalarına ek bir zarar vermeye gerek kalmaz.
  • Kurda "neden ensen kalın?" demişler "işimi kendim görürüm de ondan" demiş*: İnsan kendi işini kendi yaparsa daha güçlü olur.
  • Kuyu kaz el için, derin kaz kendin için: Birine kötülük etmeye karar veren kişi aynı kötülüğe kendisi de hazırlıklı olmalıdır.
  • Mum başkasına ışıldayım derken kendi yanar gider: Sürekli başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kişilerin, kendilerini ihmal edebileceklerini ifade eder. Başkalarına yardım ederken veya onların işlerini halletmeye çalışırken, kendi sağlıklarını, mutluluklarını veya ihtiyaçlarını göz ardı eden kişilerin durumunu anlatır.
  • Nalıncı keseri gibi kendi tarafına yontar: Bencil kişi her işin kendi çıkarlarına uygun olmasını ister.
  • Öksüz oğlan (çocuk) göbeğini kendi keser*: Arka çıkanı, koruyanı, yardım edeni olmayan kimse kendi işini kendi görür.
  • Parası aziz olanın kendisi zelil olur: Parasını harcamada cimrilik yapanlar çevrelerinde hiç sevilmezler.
  • Parası (akçesi) ucuz olanın kendisi kıymetli olur*: Paraya çok değer vermeyen, parasını esirgemeyen kimseye herkes değer verir, saygı duyar. Eli açık kimseyi herkes sever.
  • Rahvan at kendini yorar*: Başkasını rahat ettirmek için gayret gösteren, kendisini yormuş olur.
  • Rüzgara (karşı) tüküren kendi yüzüne tükürür*: Kendinden güçlüyü horlamaya kalkışan, kendi küçük düşer.
  • Sana vereyim bir öğüt, kendi ununu kendin öğüt*: Gönlümüze göre olması için kendi işimizi kendimiz yapmalıyız.
  • Sarhoşa dokunma, kendi yıkılsın*: Kendi aklını beğenip başkasını dinlemeyen kimseyi gittiği yanlış yoldan döndürmeye kalkmayın, bırakın cezasını çeksin.
  • Terzi kendi söküğünü dikemez*: İnsanlar başkalarına yaptıkları hizmetleri kendilerine gelince çoğu kez savsaklarlar.
  • Uzunçarşı'nın alt tarafında bir yalan söylemiş; yukarısına çıkmış kendi inanmış (Merdivenin alt başında yalan söyler, yukarı çıkar kendi inanır): Bazı insanlar bazen bir yalan söyler, herkesi inandırırlar; o kadar ki bir süre sonra o yalana kendileri de inanırlar.
  • Ya kendine uygun dost bul, ya kendin dosta uy: Arkadaşlıkların yürüyebilmesi için tarafların özverili davranması lazımdır.
  • Yavuz (yürük) at, yemini kendi artırır: Becerikli ve çalışkan kişilerin kendi fırsatlarını yaratabilecek ve başarılarıyla kendilerini ödüllendirilecek kapasiteye sahip olduğunu belirtir.
  • Yemiş kemale erince kendiliğinden düşer: Her şeyin bir zamanı vardır. Olgunlaşan meyve dalından düşer, yaşlanan insan ölür, vakti gelen çocuk doğar.
  • Yılan kendi eğrisini bilmez, deveye "Boynun eğri" der: Başkalarının kusurlu bir yönünü eleştiren kimse aynı kusurun kendisinde de bulunduğuna aldırış etmez.
( 0 soru/yorum )