Düşmek nedir ne demektir? Düşmek ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
  1. Bir yerde duran bir şey, dayanağını ya da dengesini yitirerek kendi ağırlığının etkisiyle yukarıdan aşağıya inivermek: Gökten üç elma düştü (tekerleme). Ayağı kayıp yere düştü.
  2. Yağmak: Dağlara ilk kar düştü.
  3. Uğramak, kapılmak: Sıkıntıya düşmek. Kuşkuya düşmek.
  4. Bir şeye karşı aşırı ilgi ya da sevgi göstermek: Bir işin üzerine düşmek bu kadar olur.
  5. Yakışmak, uygun düşmek: O yaştaki bir insana, böyle davranmak uygun düşer mi? Sana düşmez böyle konuşmak.
  6. Ödevi ya da yetkisi içinde olmak: İşlere sahip çıkmak ona düşmüştü. (N. Cumalı)
  7. Bulunmak: Çeşme yolun soluna düşer.
  8. Rastlamak, bulmak: Anlayışlı bir kocaya düşmek.
  9. Bir bölüşme sonunda payına ayrılmak: Mirastan ona bir daire düştü.
  10. Kötü bir nedenle istemeden bir yerde bulunmak: Hapishaneye düşmek.
  11. Hoşa gitmeyen, sevilmeyen biriyle ilişki kurmuş olmak: Bu ortağa da nereden düştüm?
  12. Vurmak, rastlamak: Gölgesi suya düşmek.
  13. Atlanmak, aradan çıkmak: Aradan iki sayfa düşmüş. Bu kolonda bir satır düşmüş.
  14. Çıkarmak, eksiltmek: Yediden dört düştü, kaldı üç.
  15. İşbaşından uzaklaştırmak, devirmek: Güvensizlik oyu alan hükümet düştü.
  16. Hızı, gücü azalmak: Yokuşta hızımız düştü.
  17. Değeri ya da onuru azalmak: Bakmayın şimdi biraz düştüklerine (H. Taner). Paranın değeri düştü.
  18. Ele geçmek: İyi bir kelepir düştü.
  19. Olmak: Yorgun düşmek. Hasta düşmek. Şehit düşmek.
  20. Savaşta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak: Kale düştü. Tepe düştü. Şehir düştü.
  21. Vakti gelmeden (ölü) doğmak: İki çocuğu düştü, üçüncüsüne hamile.
  22. (argo) Uğramak, çıkagelmek: O, her akşam bu kahveye düşer.
  23. Hava taşıtları hızla yere çarpmak: Uçak düştü.
  24. Vücuda bol gelen giysi aşağı kaymak: Donu düşmek.
  25. Isı, ateş vb. azalmak: Ateşi sonunda düştü.
  26. Kötü yola girmek: Düşmüş kadınlar.
  27. Telefon, santral vb. alanlarda bağlantı kurmak: Devamlı meşgul çalıyordu, sonunda düştü.


Düşmek ile ilgili deyimler ve anlamları


İçinde "düşmek" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve cümle içinde kullanımları:
( atasözlerine geç )

  • Düşe kalka:
    1. Zor bir biçimde, güçlükle: Kafilenin düşe kalka ilerlediği bir gün, sıcakla buğulanmış çöl ufkunda bir bina göründü (H. Tokak). Düşe kalka hayatın gerçeklerini öğreniyorduk (M. H. Çelik)
    2. Biriyle yakın ilişki kurarak: Fakat eski Rus aristokratlarıyla düşe kalka, onların huylarıyla huylanmış; zevke, sefahate ve tembelliğe alışmıştı. (A. H. Eken)
  • (biriyle) Düşüp kalkmak:
    1. Birlikte yaşamak, özellikle evlilik dışı, yolsuz ilişkiler kurarak birlikte yaşamak: Beyefendi istediğiyle düşüp kalkıyordu fakat iş ona gelince, ar namus meselesi olarak edep, haya, irfan konularına kayıyor, bolca nutuk çekiyordu (M. Aklanoğlu).
    2. Biriyle çok yakın arkadaşlık etmek: Öteden beri kitap ehliyle düşüp kalkıyordu. Onlardan öğrenmişti ki, yakın zamanda Allah'ın Son Resûlü gelecekti. (R. Cilasun)
  • Acze düşmek: Çaresiz kalmak, elinden bir şey gelmemek: Kalem acze düştü yazarken seni, cesaretim için bağışla beni. (A. Bulut)
  • Açık düşmek:
    1. Herhangi bir sebeple bir filodan veya istenilen yerden uzakta kalmak.
    2. (spor) Yağlı güreşte yenilgi sebebi olan sırtı veya yanı toprağa değmek.
  • Açmaza düşmek: İçinden çıkılması güç durumda kalmak: Kızcağız pek fena bir açmaza düştü. Başını alıp gitse, altı sene çektiği azaba yazık olacak. İnatta devam etse, sonu yok, ortası yok... (K. Tahir)
  • Adamına düşmek:
    1. Laftan, işten anlayanına, uzmanına rastlamak: "Sen de, ben de adamına düşüp mutlu olamadık" diye dert yandı. (M. Ataç)
    2. (mecazi) Huyuna suyuna güvenilmeyen biriyle karşılaşmak ya da anlayışsız birine rastlamak: Ha... Tanıdım... Siz, tam adamına düşmüşsünüz... Biz ona, "Kadın Avcısı Ali" deriz. Fakat yakışıklı delikanlıdır. (O. Özdeş)
  • Ağa (ağına) düşmek: (mecazi) Tuzağa düşmek, aldatılmak: Kendinizi bir anda fırsatçıların ağına düşmüş bir şekilde bulabilirsiniz. (Z. Çift)
  • Ağza düşmek: Dedikodu konusu olmak: Olup bitenler dile ağza düşmüştü. O, aşkı, muhabbeti hakkında şiirler koşmuş, türküler söylemiş, kendisini tanıtmıştı.
  • (saça, sakala) Ak düşmek: (Saç ve sakal) Tek tük ağarmaya başlamak: Kıvırcık saçlarına / Ak düşmüş uçlarına / Dağın yamaçlarına / Yaslan be Halil İbrahim (Türkü, M. Eroğlu)
  • Aklına düşmek:
    1. Hatırlamak: Sonra aklına düştü karısını ilk gördüğü yer... (U. Yeni)
    2. Kafasında bir düşünce doğmak: Birden aklına düştü; Acaba bir tek ben miyim canlı olan? (N. Aydınoğlu)
  • Ala düşmek: Tuzağa düşmek, aldatılmak: Ahmet beni ala düşürdü.
  • Alaca düşmek: Meyve olgunlaşmaya başlamak: Korukların da alaca düşmüş üzümlerin de kendilerine özgü güzel tatları vardı. (A. R. Kars)
  • Anne karnına (ana rahmine) düşmek: Bebek anne karnında (rahimde) embriyon olarak yaşama başlamak: İnsanın anne karnına düşmesi, dünya mateminin başlaması ve ayrılığın başlangıcıdır (Bilig). Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar. (Mesnevi)
  • Anlaşmazlığa düşmek: Anlaşamamak, uyuşamamak: Kimi hakem tayin edecekleri hususunda anlaşmazlığa düştüler. (M. Ağırman)
  • Ardına düşmek: Arkasından gitmek, izlemek, peşini bırakmamak: Firavun ordularıyla onların ardına düştü. Ancak deniz onları gömüp boğuverdi. (Taha Suresinden)
  • Armut piş, ağzıma düş!: Bir işe hiç emek harcamaksızın o işin kendiliğinden sonuçlanmasını bekleyenlerin durumunu anlatır: "Armut piş, ağzıma düş" olmaz diyor. Bunun olması için dahi bir emek gerekmez mi? Yani birileri armudu dikecek, bakımını yapacak; ağzımıza düşmesi için armut ağacının altına gitmemiz gerekecek. Öff, yine bir sürü iş! (Bizim Bahçe)
  • Aşağı düşmek: Düzeyi, miktarı, niteliği azalmak: Çalışan bir insan işsiz kaldığında yaşam standardı birdenbire aşağı düşer. (G. Kömürcü)
  • Arkasına düşmek (takılmak):
    1. Bir işi sona erdirmek için sıkı çalışmak: Bu konunun arkasına düşmek gerekiyor, yoksa kalır. (A. Püsküllüoğlu)
    2. (Birini) Gözden ayırmayarak arkasından gitmek: Atına atlayarak arabanın arkasına düştü. Az sonra Recep de onu atiyle takip etmeye başladı. (Z. Danışman)
  • Aşka düşmek: Aşık olmak: Kerem der ki, aşka düştüm / Aslı'mla tenha buluştum / Kaynayıp kaynayıp coştum / Uyumuşum doymamışım.
  • At boynuna düşmek: Atla giderken önündeki herhangi bir şeyden korunmak için atın boynuna yatmak, kapanmak: Bey at boynuna düşerek kaçarken, beni de terkisine almıştı. (A. Kemali)
  • (bağrına, gönlüne, içine) Ateş düşmek: Çok şiddetli bir acı duymak: Komşuların, bir defa daha bağrına ateş düşmüştü. Ağlaya sızlaya: "Ne vakit öldü? Kim haber getirdi?" diye sordular. (N. Araz)
  • Ateşi düşmek: Hastanın vücut ısısı azalarak normale dönmek: Neredeyse on günden fazla olmuştu yatağa düşeli, nihayet ateşi düşmüştü. (T. Çayırca)
  • Avucuna düşmek: Birinin hükmü altına girmek: İşin başlangıcında bu adamların avucuna düşmüştü, köşeye sıkışıp kalmıştık.
  • Ayağa düşmek: İşe olur olmaz kimseler karışmak, basitleşmek: Siyasi parti kurmak öyle ayağa düştü ki der ve ekler... (Y. Kamacıoğlu)
  • (bir yere) Ayağı düşmek: Yolu o yerden geçtiği için oraya uğramış bulunmak: Eskiden bir ay burada kalmıştı. Yine ayağı düşmüş İstanbul'a. (İ. Yalçın)
  • Ayağına düşmek: Çok yalvarmak, aman diler duruma gelmek: Hemen el pençe durup özür diledi ve hünkarın eline ayağına düştü... (M. Sertoğlu) Hemen "Estağfurullah" deyip, tövbe ederek, pişmanlık gözyaşları içinde şeyhin ayağına düştü. Bu işi yaptığını itiraf etti. (C. M. Hulvi)
  • Ayıp düşmek (kaçmak, olmak): Yakışıksız olmak, uygun olmamak: Büyük mazi dediğimiz bu milli kökü kurutmak bir millet olarak bizlere ayıp düşmez mi?
  • Aykırı düşmek: Uygun gelmeme, ters gelmek, ters düşmek: Böyle bir söz edebe aykırı düşer. (İmam-ı Gazali)
  • Ayrı düşmek:
    1. Birbirinden uzakta kalmak: Kısa bir zaman önce ayrı düşmüşlerdi. Fakat aralarındaki sevgi hiç eksilmemişti. (S. Özcan)
    2. (mecazi) Uyuşmamak: Kişisel çekişmelere girmiş, sen-ben kavgasıyla her zaman birbirlerinden ayrı düşmüşlerdi. (M. Gültekingil)
  • Baş aşağı düşmek: Kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak: Onun için hayatın bütün kanunu, bütün manası bu baş aşağı düşüşteydi. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Başı dara düşmek: Sıkıntıya girmek: Başın dara düşerse hiç düşünmeden çık gel, ya da bir haber sal yeter, bu kardeşin koşa koşa gelir. (M. Gürbüz)
  • Başı yastığa düşmek:
    1. Yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak: Daha fazla konuşamadı, sustu. Başı da yastığa düştü. Bir süre gözleri kapalı öyle kaldı.. (Y. Kemal)
    2. Ölmek: Aldığı nefesler sona erip, başı yastığa düştü. (A. Efe)
  • Başına taş düşmek (yağmak): Felakete uğramak: Ama her başına taş düşen bu taşın benden geldiğine ya inanmış, ya da inandırılmışlardır (M. S. Koçaş). Halkın başına taş yağarsa, bizim başımıza da taş yağar, halka ateş açılırsa, bize de açılır. (M. Öksüz)
  • Başının derdine düşmek: Kendi derdinden başka bir şeyle ilgilenemeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak: Herkes kendi başının derdine düştü. Oğul, ana ve babaya; ana baba, oğluna; kardeş kardeşe bakamadı. (M. Halife)
  • Baygın düşmek: Çok yorulmak: Dereden çıktıktan sonra yorgunluktan baygın düşmüştü. (H. Erdem)
  • Birbirine düşmek: Araları açılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak: Bu sefer aldıkları yerleri paylaşamayınca birbirine düştü Balkan Devletleri. (H. Alptekin)
  • Bitap düşmek: Çok yorulmak, yorgun düşmek: Küçük narin bedeni yorgunluktan bitap düşmüştü ve alnından dökülen ter damlacıkları dudaklarında birikmişti. (C. Erdem)
  • Boş düşmek: İslam hukukuna göre kocanın söylediği birtakım sözler yüzünden karısı ondan boşanmış sayılmak: Buna göre bir kadına "eğer seninle evlenirsem sen benden boşsun" diyen bir kimsenin şarta bağlı olarak vermiş olduğu bu talâk, adamın o kadınla evlenmesiyle gerçekleşmiş olur. Ve dolayısıyla o kadın boş düşer. (İbni Abdülhadi)
  • Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli.
  • Burnundan düşen bin parça: Çok asık suratlı olmak: Ne o gene nesi var? Burnundan düşen bin parça oluyor! (H. F. Gözler)
  • Can başa düşmek: (Bir kimse) Tehlikeye, kendi başının kaygısına düşmek: ... niyetini anlamıştı. Artık, can kaygısı başa düştü. (N. Tektaş)
  • Can derdine düşmek: Ölüm korkusuna kapılmak: Gemi hızla batıyordu, herkes can derdine düşmüştü. (O. Akçay)
  • Canının derdine düşmek: Canından başka bir şey düşünememek: ... küçük kızını unutmuş, kendi canının derdine düşmüştü. (M. N. Bursalı)
  • Cemre düşmek: Sıcaklık yükselmek: Cemre düştü. Buzlar çözüldü. Toprak altında uyuyan nebâtata sıcaklık geldi. Uyanışın en temizi, en güzeli yaşanmaya başladı. (S. Z. Meriç)
  • Çaptan düşmek: (argo) Çalışma gücü, verimi azalmış veya tükenmiş olmak: Ama son zamanlarda çaptan düştü... İş yok onda artık... (A. Nesin)
  • Çenesi düşmek: Yerli yersiz konuşup gevezelik etmek: Ağaefendinin çenesi düşmüştü. Durmadan konuşuyor, ikide birde de nasıl büyülendiğini söylemeyi de hiç unutmuyordu. (Y. Kemal)
  • Çiğ düşmek: Hoş karşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak: Onların da belki merhume ve öksüzler hakkında söylenilecek bir fikirleri olurdu. Fakat şimdilik ne deseler çiğ düşecekti. (R. N. Güntekin)
  • Çorbaya sinek düşmek: İşin tadı kaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadığı anlaşılmak: Çorbaya sinek düşmüştü, büyük bir strese girmiştim, cidden ölüm dirim korkusuyla yaşıyordum.
  • Dağlara düşmek: Perişan ve avare bir durumda insanlardan uzak ıssız yerlerde dolaşır olmak: O senin sevdandan dağlara düştü. Deli oldu. Yıllardır dağlarda yaşıyor. (M. Adıbeş)
  • Damdan düşer gibi (Damdan düşmek): Birdenbire ve yersiz olarak söylenen sözler için kullanılır: Birdenbire damdan düşer gibi sordu: "Tramvayları sever misiniz?" (C. S. Tarancı)
  • Dalalete düşmek: Doğru yoldan ayrılmak, sapkınlık etmek: Şeytan yüzünden birçok insan dalalete düşer. (M. Yavuz)
  • Dalgaya düşmek (gelmek): (argo) Yanılmak, dalgınlıkla unutmak: İşte o sırada astsubay bir dalgaya düştü ve bizim kimliğimizi kontrol etmeden yolumuzu açtı. (H. Turgut)
  • Dara düşmek: Para sıkıntısına düşmek: Babam ölünce, babamın servetini yedim, içkiye, kumara gitti, öyle dara düştüm ki konakları bile sattım... (A. E. Uysal)
  • Darasını düşmek (çıkarmak): Bir şeyi kabıyla birlikte tarttıktan sonra kabın ağırlığını düşmek: Kabın darasını düştün mü? (N. Muallimoğlu)
  • Dehşete düşmek: Çok korkmak: Kendi mezar taşını görünce dehşete düşmüştü. (M. Karnas)
  • Denk düşmek:
    1. Uygun vakit ve fırsat olmak: Ona on günlük bir tatil yaptırmak istiyordum. Denk düştü. (A. Ağaoğlu)
    2. Rast gelmek: Bu dönem gençliğimize denk düştü (Kolektif). İyi bir hocaya denk düştü.
  • Derde düşmek:
    1. Sorunla karşılaşmak: İnsan, böyle kalın cüzdanı varken, uykusunda ağlayacak kadar nasıl bir derde düşmüş olabilirdi ki? (M. Ü. Eriş)
    2. (mecazi) Hastalanmak: Doktorların çözemediği bir derde düştüm. Hastane hastane gezdim de olmadı. (H. Edemir)
  • Derdine düşmek:
    1. Sadece onunla meşgul olmak, onunla aşırı derecede ilgilenmek: Herkes kendi canının derdine düştü. (O. Açıkalın)
    2. Yersiz bir hevese kapılmak: Benim değil paranın derdine düştü. (R. Altıntaş)
  • Dilden düşmez olmak: Herkes tarafından sürekli tekrar edilir olmak: Düğün çok tantanalı oldu, Edirne'den İstanbul'a, Silistre'den Babadağ'ına kadar anlatıla anlatıla dilden düşmedi. (A. Aydın)
  • Dile (dillere) düşmek: Hakkında dedikodu yapılmak, herkese dedikodu konusu olmak: Herkesin birbirini görüp birbirini gözetlediği yerde sevda zordur. Göze gelir, dile düşer. Hasete vurur. Hele bir de böyle iki imkansız bir araya gelirse... (E. Kalkan). Köylerde, "Hekimoğlu'na kurşun geçmiyormuş!" lafı yayıldı. Dillere düşmüştü artık Hekimoğlu! Köylüler, ağlayan çocuklarını "Hekimoğlu geliyor." diye avutuyorlardı. (H. F. Beşik)
  • (birinin) Diline düşmek: Yermek veya alay etmek amacıyla birinin kötü veya yanlış davranışını sürekli söylemek: Of Allah'ım, bu da mı başımıza gelecekti? Zaten herkesin diline düşmüş, eğlencesi olmuştuk. Mahallede halimize gülmeyen kalmamıştı. (S. K. Aksal)
  • Dört ayak üstüne düşmek:
    1. Tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak: Sen onun için kaygılanma! O, her zaman dört ayak üstüne düşer (H. F. Gözler). Yine dört ayak üstüne düşmenin verdiği ferahlıkla doğruca Balıklı Göl'e gittim. (F. Kumkaya)
    2. İşi rast gitmek: Anası ikballi doğurmuş, hep dört ayak üstüne düşer (K. Bilbaşar)
  • (bir kıza) Dünür düşmek: Bir kızı evlenmek üzere başkası için istemek: Dünür düştük, kızı istedik. Kız istemeye emmim gitti. (M. Çiftçi)
  • El kapısına düşmek: Yabancıya muhtaç olmak: Ara sıra para göndermese... Sürüm sürüm sürünecek, el kapısına düşecek. (H. Çetinkaya)
  • Elden ayaktan düşmek:
    1. Sağlığı büsbütün bozularak çalışamaz duruma gelmek: Amansız bir hastalıktı yakalandığı. Elden ayaktan düştü, çalışamaz oldu, günden güne eridi bitti. (A. Baloğlu)
    2. (Çoğunlukla yaşlılık yüzünden) Bitkin, gezemez, çalışamaz duruma düşmek: O Müslim Koca ki yüce dağ kartalı gibiydi, kocayınca elden ayaktan düştü. (Türk Dili)
  • Eline düşmek:
    1. Egemenliği, buyruğu altına girmek: Nitra kalesi de düşmanın eline düşmüştü. (Y. Öztuna)
    2. Yakalanmak: Bu kız kimin kızıydı? Haydutların eline nasıl düşmüştü? (M. Z. Korgunal)
    3. Birine muhtaç olmak: "Elbet bir gün elime düşersin" dedi.
    4. Rastlamak, tesadüf etmek: Çocuk iyi bir öğretmenin eline düştü.
  • Esir düşmek: Düşmanın eline geçmek, tutsak olmak: Orduda yedek subaydı, yaralandı, esir düştü. (K. Tahir)
  • Eteğine düşmek: Yalvarıp yakarmak: Hüsrev Paşa'nın huzuruna gelerek eteğine düşüp af dilediler. O da "Af, fethin zekâtıdır" anlamınca hepsini affederek icap edenlerine hil'at ihsan etti. (Evliya Çelebi)
  • Etten candan düşmek: Zayıflamak, zayıf düşmek: Kemal dayı günden güne etten, candan düşüyor. (H. E. Adıvar)
  • Eşekten düşmüş karpuza dönmek:
    1. Çok şaşırmak, hayrete düşmek: Eşekten düşmüş karpuza dönmüş, neye uğradıklarını anlayamamışlardı. (M. Başaran)
    2. Kötü bir duruma düşmek: Beni bırakıp gidince eşekten düşmüş karpuza döndüm. Paramparça oldum. (G. Budayıcıoğlu)
  • Etten önce çömleğe düşmek: Bir işte bilgisiz veya yetkisiz olmasına rağmen herkesten önce ortaya atılmak: – Tut şu çeneni be! Etten evvel çömleğe düşme! (Z. Yamaç)
  • Fakir düşmek: Yoksullaşmak: Halk öyle fakir düştü ki vergi veremedi, çocuklarını besleyemedi. (T. Serim)
  • Fare düşse başı yarılır: İçinde eşya, yiyecek vb. şeyler olmayan bir yerin ne kadar boş ve yoksul durumda olduğunu anlatır: Kileri tam takır kuru bakır, fare düşse başı yarılır. Lokmadan geçtim, bir kırıntı bile yok. (Ü. Cengiz)
  • Fırsat düşmek: Bir olanağa kavuşmak: Uzun ömre erişmek, bana bu saadetli günler için nasib olmuştur. Madem ki fırsat düştü. Arzumuzu geciktirmek revâ değildir! (Fuzulî)
  • Gaflete düşmek: Dalgın olup çevresinde olup bitenlerden habersiz bulunmak: Sınırdaki nöbetçi gaflete düşer ve düşmana geçit verirse içerideki mücahitlerin işi zor olurdu. (A. Kadıoğlu)
  • Gayret (iş) dayıya düştü: "İş onu başarabilecek olana kaldı" anlamında bir söz [Hikayesi: Bir acemi yeniçerinin bu işi başaramadığını gören ocak dayısı "Siz daha acemisiniz, anlaşılan o ki gayret dayıya düştü," demiş. Sonra kılıcı eline alıp bir vuruşla ikiye bölmüş. (Y. Yılmaz)]: Gayret dayıya düştü, bu tapu işini sen üzerine almazsan bir sonuca bağlanmayacak. (H. F. Gözler)
  • Göbeği düşmek: Göbek fıtığı olmak: Babanın kabir taşını getirirken göbeği düşmüş, ondan öldü. (M. Eröz)
  • Gölge düşmek: Değerini azaltacak bir şey olmak: O günden sonra eski neşesine kavuşamamıştı; mutluluğuna bir gölge düşmüştü çünkü (N. Yüksel). Bu dostluğa biraz gölge düştü.
  • Gönlü düşmek: Aşık olmak: Fakir ama çok yakışıklı olan bu delikanlının o zengin ağanın kızına gönlü düşmüş. (E. Sarı)
  • Gönlüne ateş düşmek:
    1. Büyük bir acı ve üzüntüye düşmek, yakıcı bir endişe duymak: Konya'da pek çok para kazanmıştı. Lâkin, gönlüne bir ateş düşmüş, bu paranın büyük bir kısmını tövbe ve istiğfar ile Mevlâna'ya getirmişti, "Bunu kabul edin, beni affetsin, onun bir hizmetine kullanın," diye... (N. Araz)
    2. Aşık olmak, vurulmak, yüreğine ateş düşmek: Sevdasından vazgeçer miydi hiç. Geçmezdi. Geçemezdi. Bir kez gönlüne ateş düşmüştü... (Gökmenzâde)
  • Gözden düşmek: Daha önce kendisine değer vermiş kimselerin sevgi ve güvenini yitirmek: Mustafa Ağa azledilmiş ve gözden düşmüştü. (E. Subaşı)
  • Gurbet ele düşmek: Aile ocağından uzak bir yere gitmek: Beni gurbet ele düşürdü kısmet / Ne tükenmez hasret bu nasıl kısmet / Kimseye yâr olmaz diyar-ı gurbet / Herkesin sevdiği yâri vatandır (C. Yener)
  • Gurbete (gurbet ele) düşmek: Vatanından, yurdundan, aile ocağından uzak bir yere gitmek veya gitmek zorunda kalmak: Güz gelince, çoğumuz gurbete düştük. Doyurmuyordu bu topraklar bizi. Küskün, gücenikti bu topraklar bize (E. Sarı). Çıktık gurbet ele, ekmek parası, / Gurbet elde kapanmaz ciğer yarası. / Gözümde tütüyor bizim orası, / Bizim ele doğru gidesim gelir. (S. Aslan)
  • Güçsüz düşmek: Gücü yetmemek: Efendisi güçsüz düşünce ona hırlamaya başlayıp, eskiden hırladıklarına, ısırdıklarına yaltaklanan köpek hayvanlık tarihinde görülmemiştir ama, insanlık tarihinde böyle "sadakat"in örnekleri çoktur. (Y. Nabi)
  • Güçten düşmek: Güçsüz durumda kalmak, kuvveti azalmak: Yemeden içmeden kesilmişti. Bir süre sonra güçten düştü ayağa kalkamaz oldu. (S. S. Pınar)
  • Haddine mi düşmüş?: Hiç cesaret edebilir mi? Hiç yapabilir mi; onu yapmaya lâyık mı?: Senin haddine mi düşmüş bana akıl öğretmek? Ulan senin bildiğin kadar bizim unutmuşluğumuz var bu işlerde be! (Y. Sarpdere)
  • Halden düşmek: İyi durumdan kötü duruma düşmek: Gelgelelim politikaya atılıp, gereksiz "bir araba" masraf yaptıktan sonra halden düşmüş, iyice yoksullaşmış. (A. Kudat)
  • Halkın ağzına düşmek: Dedikodulara konu olmak: Şehre bir dedikodu yayıldı. Halkın ağzına düştü. (Mesnevi'den Hikayeler)
  • Harap düşmek: Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak: Şehir istilâlar, akınlar, yağmalar yüzünden harap düştü. (Ülkü)
  • Hataya düşmek: Yanılmak, yanılıvermek: Eşek bir hataya düşüp tilkiye kanmıştı. (S. Yolaçan)
  • Hayrete düşmek: Şaşırmak, şaşakalmak: Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'an dinledik; biz Rabbimize hiç bir şeyi ortak koşmayacağız. (Cin Suresinden)
  • (birini, bir şeyi) Hesaptan düşmek: Hesaptan çıkarmak, yok saymak: Giderleri hesaptan düştü. (R. Keskin)
  • Hık demiş (anasının veya babasının) burnundan düşmüş: "Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında kullanılan bir deyim: Kız, hık demiş annesinin burnundan düşmüştü.
  • İçine ateş düşmek:
    1. Büyük bir acı ve üzüntünün etkisi altına girmek: Böyle dedi ama içine ateş düştü mü, düştü. Namus belası bu, evlat acısı bu, bir şeye benzer mi, benzemez. Adamın içini yakar mı, yakar. (B. Başarır)
    2. Gönlünde şiddetli bir arzu uyanmak: Koca buz dağı birden erimeye başladı ve Ömer'in içine bir ateş düştü. Artık Ömer Müslümandır. (Şemsüddin Ahmed Sivasi)
  • İçine kurt düşmek: Şüpheye vesveseye kapılmak, bir şeye bakışı olumsuz yönde değişmek: Tüm bu konuşmalardan sonra, içime 'kurt' düştü ve babamın hareketlerini izlemeye koyuldum. (İlgili cümle kaynağı: A. Ünlü)
  • İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık: İnsanların arasına sokulmuşlar. Ama nasıl kalabalık, iğne atsan yere düşmez. (E. Şahin)
  • İhtilafa düşmek: Anlaşamamak, uyuşamamak, bozuşmak. "Bu, Allah'ın kitabı şüphesiz hak olarak indirmesindendir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise uzak bir ayrılık içindedirler." (2/Bakara, 176)
  • İkileme düşmek: Karar verememek: Haber verip vermeme hususunda ikileme düşmüştü. (M. A. Yalçın)
  • İkinci plana düşmek: Bir kimsenin ya da topluluğun gözünde eski önemini, değerini kaybetmek: Tahsin Paşa önemli bir kimseydi ancak İzzet Paşa'nın Saray'a girmesinden sonra ikinci plana düşmüştü. (E. Gör)
  • İş ayağa düşmek: İş yetkisiz ve sorumsuz olanların eline düşmek: Biz kendimiz bunu yapamazsak başkaları bizim yerimize yapar ve iş ayağa düşer. (A. Ağaoğlu)
  • İş başa düşmek: Kendi işini kendi görme zorunda kalmak: Babamız amcalarımız harbe gittiler. İş başa düştü... (K. Erzurum)
  • İş düşmek: Görev gerekmek, yapılması gereken bir işle ilgili görev belirmek: Yaşlı kadınlar ve çocuklara bile iş düştü; susamışlara su, acıkmışlara ekmek yetiştirdiler. (İ. Bertan)
  • (birine, bir yere) İşi düşmek:
    1. Birinin yardımına ihtiyaç duymak: "Şeref oğlum sana işim düştü! Şu Mustafa'nın yaşadığı yerin adresini bulsana bana." (S. Bozçelik)
    2. Bir yerde yapılacak işi olmak: "Geçenlerde belediyeye işim düştü."
  • İşportaya düşmek: Değerini yitirmek, ucuzlamak: Fiyatı 60 kuruşken, eser 25 kuruştan işportaya düştü ve binlerce kitap bir haftada tükendi. (H. Altınkaynak)
  • İtibardan düşmek: Saygınlığını yitirmek, aranmaz, istenmez olmak: Zaman geçti, yaş ilerledi, çalgıcı ihtiyarladı. Güzelim sesi çirkinleştiği için itibardan düştü. Artık bir şey kazanamaz duruma gelmiş, bir dilim ekmeğe muhtaç olmuştu.
  • İzine düşmek: Gitti yolu izleyerek arkasından gitmek, iz sürmek: Büyük atalarının göçünün izine düştü. Bu dünyadan herkesin gittiği gibi o da gitti. (N. Demir)
  • Jeton geç düşmek: Konuşulan veya sözü edilen konuyu geç anlamak: Ferasetli düşünemediğim için jeton biraz geç düştü. (L. Köselioğlu)
  • Kaldırıma düşmek:
    1. Önemini, değerini yitirmek: Kaldırıma düşmüş, ayak altında kalmış, sonra bir meyhane köşesinde fıkara bir yüreği buluvermiş ezik bir mutluluk. (M. S. Arısoy)
    2. Ucuz fiyatla sokakta satışa çıkarılmak: Kitaba gelince; ne kadar kıymetli ve nadir olursa olsun kaldırıma düşmüş herhangi bir kitap, sokağa düşmüş kadınlara yapılan muameleye maruz kalır; ucuza kapatılmak istenir. (Kitaplık)
  • Kapıdan kovsan (kovulsa) bacadan girer (düşer): Yüzsüz olduğu için kovulsa da yine gelir: Hem kızın isteyeni çoktu, kapıdan kovsan bacadan girecekler, bacadan kovsan bahçeyi kendilerine mesken edeceklerdi. O kadar uzun bir süre nasıl herkese hayır diyecekti? (Z. Aygül)
  • (birisinin) Kapısına düşmek: Muhtaç olmak: Bazen eli başının altında, bazen ayağı koltuğunda, / Gam hastası düşe kalka, yârin lütuf kapısına düştü. (Anonim)
  • Karakola düşmek: Herhangi bir suç dolayısıyla karakolluk olmak: Maçta kavga edip karakola düşmüşler. (A. Nesin)
  • Karaya düşmek:
    1. (Deniz içinde bulunan bir şey) Akıntı ya da dalgayla kıyıya atılmak: Ceylan, karaya düşmüş balık gibi, can çekişiyor, daraldıkça daralıyor ve çırpınıp duruyordu. (Mesnevi-i Manevi Şerhi)
    2. (argo) Tuzağa düşmek.
  • Karaborsaya düşmek: Bir mal, herhangi bir nedenle bulunmaz olmak ve gizlice yüksek fiyatla satılmaya başlamak: Ekmek fiyatları artmış, çadır karaborsaya düşmüş, cebinde parası olanlar dahi ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuşlar. (O. Açıkalın)
  • Kara sevdaya düşmek (tutulmak, uğramak): Bir kimseye derin ve umutsuz bir biçimde ya da hastalığa varan ölçüde tutulmak, delicesine sevmek: Karasevdaya düşmüş genç bir adammış ve hep aşktan söz ediyormuş, yüzü de hüzünlüymüş. (Ö. Nutku)
  • Kayıttan düşmek: Bir yere mal olmaktan çıkararak defterde bu durumu belirtmek: Arabayı kayıttan düşüp hurdaya çıkarmışlar.
  • Kazdığı kuyuya (çukura) kendisi düşmek: Başkası için hazırladığı kötülüğe kendi uğramak: Yaptığı hatayı anladı, ama artık geri dönemezdi. Kazdığı kuyuya kendisi düşmüştü. (Y. Bahadıroğlu)
  • Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En güç bir durumdan zarar görmeden kurtulmak: Herife bir şey olmadı.. Kedi gibi dört ayak üstüne düştü. Ondan sonra da kalktı, aksamadan koşa koşa gitti. (S. Derviş)
  • Kendi derdine düşmek: Kendi derdi yüzünden başka şeyle ilgilenememek: Zeybek Osman; ağa suçumuzu unuttu, kendi derdine düştü de şükür, diye düşündü, sevindi. (F. İ. Serhan)
  • (saçına sakalına) Kır düşmek: Yaşlanmaktan ve beklenmedik büyük üzüntülerden ötürü saçında sakalındaki kıllar ağarmak, göze çarpar ölçüde beyaz kılları ve saçları bulunmak: Saçına sakalına kır düşmüş iki koskoca herif, kaldırım üstünde güreşiyor. (M. Belli)
  • Kırağı düşmek (yağmak): Kırağı oluşmak: Yolun kenarındaki nemli, kırağı düşmüş otların arasından yürüdü.
  • Korku düşmek: Endişelenmek, korkmak: İbrahim, elçilerin kızarmış buzağıya doğru el uzatmadıklarını görünce, konukları tuhafına gitti, içine onlardan kaynaklanan bir korku düştü. Bu sırada konukları "Korkma, biz Lût'un soydaşlarına gönderildik" dediler. (Hûd Suresinden)
  • Kötü yola düşmek: Kötü kadın olmak: Kızın babasına iftira dolu bir mektup yazar. "Kızın kötü yola düştü." der. (R. Filizok)
  • Kredisi düşmek: Kendisine duyulan güven, saygınlık yitmek: ... ondan yüzlerini çevirmişler ve bütün dünyada kredisi düşmüştü. (M. Tuncay)
  • Kucağına düşmek: Eline düşmek. Sen benim kucağıma düşersin, o zaman görüşürüz.
  • Kuşkuya düşmek: Bir kimse veya olay hakkında yeterli ve kesin bilgi sahibi olamamakla birlikte bazı belirti ve sezgilere dayanarak olumsuz düşünceler içinde bulunmak: Annem, meleklerinden kuşkuya mı düşmüştü, onlar için üzülüyor muydu, düş kırıklığı içinde miydi, anlayamamıştım. (A. Ağaoğlu)
  • Kuvvetten düşmek: Gücü azalmak: Çok kan kaybetmiş, iyice kuvvetten düşmüştü.
  • Küçük düşmek: Değeri ya da onuru sarsılmak: Yenilgiye uğramış, dahası ezilmiş, küçük düşmüştü. (C. Akalın)
  • Kümeden düşmek: Takımlar sonraki sezonda bir alt kümeye inmek, ligden düşmek: Sezon sonunda Emniyet Spor kümeden düşerken, Karagümrük bu lige yükselmişti. (Y. Kılıç)
  • Mahkemeye düşmek: Bir anlaşmazlık dava konusu olmak, mahkemelik olmak: Bu münakaşa o kadar ileri gitti ki nihayet iki taraf mahkemeye düştüler... (Ayın tarihi)
  • Mapusa (Mapushaneye) düşmek: Hapse girmek, hapishaneye düşmek: Kavgada öldürmüş Salih'i, mapusa düşmüş... (A. Kulin)
  • (birine) Laf düşmemek:
    1. Bir konu üzerinde düşüncesini bildirme, görüş belirtme hakkı olmamak: Birbirlerini sevmişler Ali'ciğim. Bize laf düşmez, icraat düşer (F. Dereköylü). Büyükler, konuşurken sana laf düşmez, dedi. Kafasını geriye doğru attı. (M. Büyükşahin)
    2. Konuşma sırası kendisine gelmemek: Sohbetimizden adama neredeyse hiç laf düşmedi.
  • Maskesi düşmek: Gerçek niteliği ortaya çıkmak: Herkesin maskesi düşmüştü. Bütün makyajlar akmış, bütün süslemeler dökülmüştü. Saflar ve yönler net bir şekilde belirginleşmişti. (F. Barış)
  • Meraka düşmek: Kaygıya kapılmak: Bu söz üzerine ben de bir meraka düştüm. Acaba bende de kalp hastalığı var mı? (A. H. Bey)
  • Meydana düşmek:
    1. Herkesin içine karışmak.
    2. Bir iş yapmak için kendini ortaya atmak: Genç Osman'ım der ki binin atlara / Kılıç sallayalım kâfir itlere / Mevlâm kuvvet versin koç yiğitlere / Koç gibi meydana düştü
  • Münasip düşmek: Uygun düşmek: Aramızda hem zahiri hem batini ilimlere sahip bir alim varken, hutbeyi okuma ve namazı kıldırma da ona münasip düşer. (N. İncetepe)
  • Nikâh düşmek: Birbiriyle evlenmelerine yasal yönden veya örf bakımından engel bulunmamak: Bir mahallede böyle, kadınları, nikah düşen akrabalarına görünen bir aile oldu mu, evvela, 'Kötüler!..' lakabı takılır, sonra boykotaj başlar. (Ö. Seyfettin)
  • Not düşmek: Not yazmak: Altın harflerle yazılacak sözleri not düştü. (H. Kara)
  • (birinin) Ocağına düşmek: Birine sığınıp ondan yardım dilemek: "Aman, ocağına düştüm! Kurban olayım, bir yer göster de saklanayım!" dedi. (S. Yalsızuçanlar)
  • Ofsayta düşmek:
    1. (spor) Futbolda hücuma geçen takımın en az bir oyuncusu topla oynandığı anda rakip takımın kale çizgisine, o takımın en yakın oyuncusundan daha yakın bulunmak
    2. (mecazi) İstemediği hâlde kötü bir durumda kalmak: Bunu umursamayan veya bilmeyen eleştiri ya kırmızı kartlıktır ya da ofsayta düşmüştür. (Türk edebiyatı)
  • Olmuş (pişmiş) armut gibi eline düşmek: Emeksiz ve zahmetsizce eline geçmek: Liderleri ortadan kaldırılırsa halk apışıp kalır, ülke de pişmiş armut gibi eline düşerdi.
  • Oltaya düşmek: Hileyle karşılaşmak, oyun veya düzen içine girmek: Sana yakınlaştığım gibi ona da aynı tezgahı kurduk. İlk denemede oltaya düştü.
  • Öne düşmek:
    1. Önden yürümek: Eda elinde lambayla öne düştü. (H. R. Gürpınar)
    2. Kılavuzluk etmek: "Gelin götüreyim..." deyip öne düştü. (U. Becerikli)
  • Önüne düşmek:
    1. Birinin önünden yürümek: Kıyamet günü o, kavminin önüne düşüp onları ateşe götürecektir. (Hud Suresinden)
    2. Birine kılavuzluk etmek: İlk sorduğu adam önüne düşüp onu götürdü. (M. Adıbeş)
  • Payına düşmek: Bölüşmede hisse ayrılmak, belirli bir bölüm kendisine verilecek olmak: ... devlet beş evlat arasında bölüştürülecek, bu kez "Devletin iyi yerleri senin payına düştü" savaşları çıkacak... (Y. Bahadıroğlu)
  • Pazara düşmek:
    1. (Bir mal) Bollaşıp ucuzlamak, pazarlarda satılacak duruma gelmek: Biraz sabret pazara düşünce alırız.
    2. (mecazi) Değerini kaybetmek, kıymeti azalmak: İnsanı insan yapan değerler pazara düştü; dosta kurşun, düşmana gül. (T. S. Karatepe)
  • Pençesine düşmek: Yakalanmak: Benim gibi ipsiz arkadaşların çoğu adaletin pençesine düşmüştü. (C. Gündoğdu)
  • Peşine düşmek:
    1. Arkasından gitmek, izlemek: Hindistan'a doğru yola çıktığını öğrendi ve peşine düştü. (Y. Kayaalp)
    2. Bir isteğin gerçekleşmesini sağlamaya çalışmak: (...) heva ve hevesinin peşine düştü. (Araf Suresinden)
  • Pişmiş armut gibi (birinin) eline düşmek: Hiç çaba göstermeden elde etmek, eline geçivermek: Liderleri ortadan kaldırılırsa kaldırılırsa halk apışıp kalır, ülke de pişmiş armut gibi eline düşerdi.
  • Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin tuzağına yakalanmak: Bölüğümüz pusuya düşmüştü, her yandan üzerimize mermi ve roket yağıyordu. (S. Yücel)
  • Saçına ak düşmek: Saçı ağarmaya başlamak: Saçına ak düşmeye başlamış olan kırklı yaşlarda biriydi.
  • Sakalına ak (veya kır) düşmek: Sakalı ağarmaya başlamak, yaşlanmak: Şimdi saçına sakalına ak düştü. Dükkânda sermaye, vücudunda kuvvet kalmadı. (H. R. Gürpınar)
  • ... sevdasına düşmek: Bir şeyi çok fazla istemek: Bu adam kral olma sevdasına düşmüş; hatta kendisine bir altın taç bile yaptırmıştı. (İ. S. Sırma)
  • Sıkıntıya düşmek: Darlık, yokluk içinde olmak: "Ey Adem! Bu (iblis) gerçekten sana da eşine de düşmandır. Sakın o, sizi cennetten çıkarmasın, sonra sıkıntıya düşersin." dedik. (Tâ Hâ Suresinden)
  • Sırası düşmek: Uygun zamanı gelmek: Sırası düşmüşken anarak teşekkürlerimi arz etmeliyim ki... (R. Nur). Sırası düşmüşken bu bahse temas edelim... (C. Kutay)
  • Soğuk düşmek: Söz, davranış vb. yersiz ve sevimsiz olmak: "Mektebinizin babanız zamanında yetiştirmeğe çalıştığı çocuklardanım. Hey gidi zamanlar!..." diye söze başlamak elbette soğuk düşer. (Anonim)
  • Sokaklara düşmek:
    1. Kadın kötü yola sapmak: Benim ayarımda, sokaklara düşmüş birkaç hanımla sefih, yapmacık, duygusallıktan yoksun ilişkilerim oldu. (H. Ertuğrul)
    2. Bir şey çoğalıp değerini yitirmek: Anlattı ki, sucuklar da unlar, etler gibi sebil olmuş, sokaklara düşmüş, kapanların ellerinde kalmış. (B. Günel)
  • Söz ayağa düşmek: Bir sorun, karışmaları gerekmeyen değeri düşük kimselerin ağzına düşmek: Söz ayağa düşmüş; devletlilere yakışacak devlet işleri, siyasetten ve idareden habersiz kitlelerin diline ve eline, sakız gibi bulaşmış kalmıştı. (S. Ayverdi)
  • Söz düşmek / düşmemek: Bir konuda düşüncesini açıklama hakkı doğmak / doğmamak: Sizin olduğunuz yerde bize söz düşer mi? Biz de sizi dinlemeye geldik (H. Ertuğrul). Her lafa karışma öyle. Büyükler konuşurken küçüklere söz düşmez. (C. Miroğlu)
  • Sözü yere düşmek: Sözü dinlenmemek: Onlara bir emir verdi mi bunlar mutlaka o emri yerine getirir mutlaka o sözü yere düşürmezlerdi. (Ö. R. Doğrul)
  • Suratından düşen bin parça (olmak): Öfke, küskünlük ya da can sıkıntısı nedeniyle yüzü asık ve somurtkan olmak: Cemile, arkadaşındaki durgunluğu fark etti: – Hayırdır, suratından düşen bin parça. (A. Ü. Çam)
  • (bir iş) Suya düşmek: Birtakım engellerin çıkmasıyla bir iş gerçekleşememek: Bir hata yüzünden bu plan suya düşmüştü (A. H. Haksal). Müşrik ordularıyla İslam ordusunun arasını ayıran hendeğin derinliği karşısında bir anda bütün hayalleri suya düşmüştü. (A. C. Sahhar)
  • Süngüsü düşmek: (mecazi) Cesaretini yitirmek, neşesini, gücünü kaybetmek, sinmek: Reislerinin yenilgisi üzerine, çetenin süngüsü düşmüş, sesi soluğu kesilmişti.
  • Şamandıraya düşmek: Şamandıraya bağlanmak için manevra yapan gemi, akıntı, rüzgar ya da yanmış manevra yüzünden şamandıraya çarpmak.
  • Şehit düşmek: Savaşta düşman eliyle vurulup (yada düşmanın neden olduğu başka bir sebep ile) can vermek: Bir hilâl uğruna şehit düşüp mezarı belirsiz yatanlar var / Anasından ayrı atasından ayrı yollar aşıp ömründen geçenler var (M. Yavuz)
  • Şerh düşmek: Bir belgeye açıklayıcı bir not yazmak: Allah Resulü (sas) ayetteki bu genel hükme özel bir şerh düştü ve dedi ki: "Katil Mirasçı olamaz" (M. E. Yıldırım)
  • Şüpheye düşmek:
    1. Kuşkulanmak: Kendi kendine şüpheye düştü. Kim bu adam, bu adamla samimi olmamla yanlış mı ettim acaba, diyerek kendini sorguladı. (Z. Özmen)
    2. Bir işin gerçekleşmesi güçleşmek.
  • Tasası sana mı düştü?: Sen karışma, seni ilgilendirmez' anlamında kullanılan bir söz: Sana ne oluyor bey? Elâlem saatini ister satar isterse satmaz... Tasası sana mı düştü... (F. H. Çorbacıoğlu)
  • Tenakuza düşmek: Birbiriyle çelişen sözler söylemek: Melun Firavun, gördüğü harikalara karşı hayrette kalmış sonra da tenakuza düşerek o mucizeleri gösteren pek muhterem bir zata mecnun demek alçaklığında bulunmuştu. (C. Çekiç)
  • Ters düşmek: Aykırı olmak, karşıt olmak: Babam babasıyla ters düştü, bir şubat akşamı dede evinden ayrıldık. (Karabatak)
  • Tezada düşmek: Bir sözü diğer sözünü tutmamak: Birtakım astronomi hesaplarıyla din emirlerini teknik verilere tabi kılmaya bakan ve meşrebi icabı hükmü Allah'a değil de sözde ilme bağlamaya savaşan bu adam, tefsirinde öyle bir galat ve tezada düşüyor ki, din idrakinin bu sefaleti karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor. (N. F. Kısakürek)
  • Tongaya düşmek: Kendisi için hazırlanan bir hileyi fark etmeyip aldanmak, düzene uğramak ya da tuzağa düşmek: Ahmet, bu taktiği hemen fark etmişti ama engel olmaya fırsat bulamadan askerleri tongaya düştüler. (E. B. Merdivan)
  • Toprağa düşmek:
    1. Şehit olmak: Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, / Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! / Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! / Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. (M. A. Ersoy)
    2. Ölüp gömülmek: Biz de onlara giriştik. Hamdolsun bir anda kâfirlerin 100 kadarı toprağa düştü. (Evliya Çelebi)
  • Tuzağa düşmek: Birileri tarafından hazırlanan kötü bir duruma uğramak, oyuna gelmek: Hilmi kendi kurduğu tuzağa düşmüştü. Kaçacak alan kalmamıştı. (G. Boralıoğlu)
  • Umuda/ümide düşmek: Bir şeyin gerçekleşeceğine inanmak, umut etmek: Arif Bey ümide düştü. Böyle bir padişah kendisine her istediğini verebilirdi. (Y. Öztuna)
  • Umudu suya düşmek: Beklentisi kalmamak, umudu tükenmek: Bir an bütün kurtuluş umudu suya düştü.
  • Umutsuzluğa/ümitsizliğe düşmek (kapılmak): Umudu kalmamak, güveni sarsılmak, olumsuzluğa sürüklenmek: Kolaylık zorlukla beraberdir, sakın ümitsizliğe düşme (H. H. Top)
  • Uygun düşmek: Yakışmak, yaraşmak, elverişli olmak: "Şah damarından yakın" bilirse insan Rabbini kendisine, her davranışı, Rabbin hoşnutluğuna uygun düşer. (A. Taşgetiren)
  • Uzak düşmek: Uzak olmak, uzakta bulunmak: Memleketinden uzak düşmüştü. (İ. Oltaylı)
  • Üstüne düşmek: Bir şeye merak sardırmak, bir şeyle çok uğraşmak; birine çok ilgi göstermek: Üstüne düştükçe benden kaçıyordu. (H. Gökhan)
  • Yağmur olsa, kimsenin tarlasına düşmez (yağmaz): Yapabileceği halde kimseye iyilik etmeye eli varmaz: "(...) ama yine de tohumluk buğdayı teslim etmez. Çünkü mal canlısıdır, üstelik cimridir. Bu adam yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz, iyi biliyorum" diye düşünüyordu.
  • Yanılgıya düşmek: Bilmeden bir yanlışlık yapmak: Bu kocaman aşkı taşıyacağını sanmakla ne büyük yanılgıya düşmüştü. (H. İ. Dinamo)
  • Yatağa düşmek: Yataktan kalkamayacak kadar hasta olmak: Bir kış günü üşütüp yatağa düştü.
  • Yenik düşmek: Yenilmek, mağlup olmak: Dayanacak gücü kalmadığından sırtı yere değdi. Yenik düşmüştü. (H. N. Atsız)
  • Yola düşmek: Yola çıkmak, yol almaya başlamak: Toparlanıp memleketine gitmek üzere yola düştü. (B. Şenver)
  • Yollara düşmek: Bir şeyi aramak için yollarda dolaşmak: Sonunda tacını tahtını, zevkini eğlencesini bırakıp yollara düştü... (Y. Bahadıroğlu)
  • (bir yere) Yolu düşmek:
    1. O yerden geçmesi gerekmek: Yolum düştü buraya, selam vermeden gitmek istemedim. (N. Sönmez)
    2. Sırası gelmek.
  • Yorgun düşmek: Çok yorulmak, bitkin duruma gelmek: Koşup oynamaktan yorgun düşmüştü. Bıraksak, sofrada uyuyacaktı. (E. Bektaş)
  • Yüreğine od (ateş) düşmek:
    1. Duyulan acı nedeniyle yüreği yanmak: Onun bu sözü üzerine halkın yüreğine od düştü. (Atsız)
    2. Şiddetli arzu ile yanmak: Oğuz Kağan onu görünce usu (aklı) gitti, yüreğine od düştü. Onu sevdi, aldı. (İ. Sarı)
  • Yüreğine kurt düşmek: Zarar geleceği şüphesine kapılmak, kuşkulanmak, içine kurt düşmek: Kapa çeneni! Herkesin yüreğine kurt düşürme bu palavralarınla... (N. Cumalı)
  • Yüzü düşmek: Yüzü asılmak, somurtmak: Tembel, ismini sınıfta kalanların arasında görünce yüzü düştü. (Haşimoğlu)
  • Yüzünden düşen bin parça olmak: Öfke, sıkıntı ya da küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratı asık olmak: "Hayrola, yüzünden düşen bin parça, canını sıkan bir şey mi var," diyerek nazikçe sağ tarafımdan yanıma sokulmuştu dostum. (M. Çapa)
  • Zaafa düşmek (kapılmak): Direnme gücü gösterememek, dayanamamak: Çünkü tutkunun, insanları zaafa düşüren bir cazibesi var.
  • Zayıf düşmek:
    1. Zayıflamak: İki gündür doğru dürüst bir şey de yediremiyoruz. İyice zayıf düştü. (M. Kızılca)
    2. (mecazi) Güçsüzleşmek: Düşman zayıf düştü, çünkü savaşa milyonlar harcamışlardı. (M. Hamidullah)
  • Zillete düşmek: Hor görülmek, aşağılanmak: İzzet sebeplerini terk eden zillete düşer. (C. Durmuş)
  • Zora düşmek: Sıkıntılı bir duruma düşmek, çaresiz kalmak: Zora düşünce nasıl imdat istiyorlardı? (M. Uzun)


Düşmek ile ilgili atasözleri ve anlamları


İçinde "düşmek" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Düşmez kalkmaz bir Allah*: Talihsiz rastlantılar, kötü duruma düşmek, yaşamın olağan olaylarıdır; yaşam düz bir çizgi gibi değişmez değildir: Ana cadde üstündeki dükkânını kapatmış da gelmiş buralara tıkılmıştı. Düşmez kalkmaz bir Allah'tı. (B. Özkişi)
  • Düşen kalkar, yorulan çöker: Bir kişinin başarısızlıklar karşısında pes etmemesi gerektiğini, düşse bile tekrar ayağa kalkabileceğini; ancak yorulup güçten düşen kişinin ise devam edemeyeceğini belirtir. Çalışma ve azimle başarı elde edilirken, yorgunluk ve pes etme kişiyi duraklatır.
  • Düşen "Vay arkam" demiş:
    1. Zor bir duruma düşen kişinin, arkasında destekleyen birinin olmayışından duyduğu hayal kırıklığını ifade eder (?).
    2. İnsanların zor bir durumla karşılaştıklarında, kendilerini kötü hissettiklerini ve genellikle yalnızlık olduklarını ifade eder.
  • Düşene yol gösteren çok olur: İnsan bir sıkıntıya düştüğü zaman akıl veren çok olur, ama yardım etmeye kimse yanaşmaz.
  • Düşenin dostu olmaz (hele bir düş de gör)*: Zengin kişi yoksul düşünce, iş başındaki işten ayrılınca, güçlü kişi gücünü yitirince, eskiden çevresinde dolanan sahte dostlardan kimse kalmaz: Düşenin dostu olmaz, derler kimileri. Sanki ayakta olanın dostu çokmuş gibi. (S. Çakır)
  • Düşenin düşmanı, kalkanın dostu çok olur: Toplumda çok sayıda fırsat düşkünü vardır. Zayıf ya da güçlü durumumuzdan faydalanmaya çalışırlar.
  • Düşenin elinden tutan olmaz: Zor duruma düşen kişiye yardım edenlerin azalacağını ve genellikle insanların, fayda göremeyecekleri kişilere yardım etmekten kaçınacağını ifade eder. İnsanlar, karşılık alamayacaklarını düşündükleri kişilere destek vermekte isteksiz davranır.
  • Düşenin eline yapışana Mevla yardım eder: Zor durumda olan birine yardım eden kişiye Allah'ın destek vereceğini ve yardım göreceğini ifade eder. Başkalarına yardım edenlerin işleri yolunda gider ve hayırla karşılık bulur.
  • Düştüğün yerden kalk (Kişi düştüğü yerden kalkar): Zor durumda kalan bir kişinin pes etmemesi gerektiğini ve bu durumdan kurtulmak için çaba göstermesi gerektiğini ifade eder. Başarı, mücadeleye devam etmek ve tekrar ayağa kalkmakla mümkündür.
  • Düştün ise toprağa sarıl: Zor durumda kaldığınızda veya başınız derde girdiğinde, içinde bulunduğunuz durumdan kurtulmak için her türlü yolu denemeniz gerektiğini ifade eder. Bu atasözü, çaresizlik anlarında bile umudun ve çabanın önemini vurgular.
  • Ağa düşenin ağına düşme: Bir tuzağa düşen veya kandırılan kişinin yolunu izleyerek aynı hataya düşmemek gerektiğini veya o kişiye yardımcı olurken dikkatli olmak gerektiğini ifade eder.
  • Ağacı kesersen dibine düşer: Yapılan bir eylemin sonuçlarının genellikle doğrudan ve en yakındaki kişileri etkilediğini ifade eder. Tıpkı kesilen bir ağacın dibine düşmesi gibi, bir işin sonuçları da en yakın çevreye zarar verir.
  • Ağaç düşse de yakınına yaslanır: Durumu bozulan kimseyi yakınları destekler.
  • Ağaç ne kadar yüksek olsa da yaprakları yere düşer: İnsanlar ne kadar güçlü veya başarılı olurlarsa olsunlar, sonunda herkesin aynı kaderi paylaşacağını ifade eder. Hiçbir insan, ne kadar yükselirse yükselsin, yaşamın kaçınılmaz gerçeklerinden kaçamaz.
  • Ağaçtan düşen, dalına sarılır: Zor durumda kalan kişinin ilk olarak en yakınındakilere veya güvendiği insanlara sığındığını ifade eder.
  • Ahmak olan her zaman düşer: Akılsız beceriksiz kimseler giriştikleri her işten başarısızlıkla çıkarlar.
  • Akıl düşer mi düştüğü zindana bir daha?: Aklını kullanan bir hatayı iki kere yapmaz.
  • Aklı başında olan kuru kavgaya düşmez: Akıllı insan gereksiz yere başkalarıyla kavga edip başını derde sokmaz.
  • Akraba idik akrep olduk biz bize, ayrı düştük bakmaz olduk yüz yüze: İnsan akrabasıyla ters düşüp ondan uzaklaşabilir.
  • Alem düşene güler: Toplumun genellikle zor duruma düşen kişileri alaya aldığını veya küçümsediğini ifade eder. Bazı insanlar, başkalarının başarısızlıkları karşısında acımasız olabilirler.
  • Altın çamura düşmekle kıymetten düşmez: Gerçekten değerli olan kişi ve nesneler hangi ortamda olursa olsun değerlerini korurlar.
  • Altın çöpe düşse değerinden düşmez: İnsanın gerçek değeri bulunduğu yere göre değişmez.
  • Altın kapılının ağaç kapılıya işi düşer: Varlıklı ve güçlü kimselerin bile bazen daha mütevazı veya fakir insanlara ihtiyaç duyabileceklerini ifade eder. Her insan, statüsü ne olursa olsun, bir gün yardıma veya dayanışmaya ihtiyaç duyabilir.
  • Altın yere düşmekle pul olmaz*: Üstün yetenekli insanın değeri, mevkiini, makamını yitirmekle azalmaz.
  • Armut ağzıma düşsün, sapı dışarıda kalsın: Bazı insanlar arzu duydukları şeylere çaba harcamadan sahip olmak isterler.
  • Armut, (dalının) dibine düşer* (Armut, ağacından uzak düşmez): Çocuk soyuna çeker, çırak ustasının yolunu tutar: Armut dibine düşer mi? Genelde düşer. Ben de düştüm, kızım da düşecek. Annelerimizden öğrendik biz güçlü olmayı, ayakta durmayı, yılmadan denemeyi. (B. Aksoy)
  • Aslan varken kediye ciğer düşmez: Güçlü kuvvetli kimselerin olduğu yerde, güçsüz zayıf kimseler söz sahibi olamazlar.
  • Aşkın var ise dağlara düş: Aşık olan bir insanın büyük zorluklarla ve engellerle karşılaşmaya hazır olması gerektiğini ifade eder. Gerçek aşkın fedakarlık ve mücadele gerektirdiğini vurgular.
  • Ateş bacayı sarınca gayret komşulara düşer: İnsanın komşusu iyi olursa bir sıkıntıya düştüğü zaman en büyük desteği ondan görür.
  • Ateş düştüğü yeri yakar*: Felaket, asıl kimin başına gelmişse onu yakar, üzer. Başkalarının acıması ya da üzülmesi o ölçüde yürekten değildir.
  • Atın bahtsızı arabaya düşer*: Değerli ama şanssız kimseler, kişiliklerine yakışmayan ağır ve aşağılık işlerde kullanılırlar.
  • Atlı kaçar, kaçar; yaya arkasına ne düşer: Büyük işlere, bunu başaracak gücü olanlar girişir. Olanakları bulunmayanlar böyle işlere niçin girişirler?
  • Attan düşen yine atlanır: Zor günler geçiren kimse umudunu yitirmeyip gayret ederse bu sıkıntıyı atlatıp tekrar eski haline kavuşabilir.
  • Attan düşene yorgan döşek, eşekten düşene kazma kürek* (Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür):
    1. Önemsiz gibi görünen bir hata veya dikkatsizlik, beklenmedik ve ciddi sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, küçük detaylara dikkat etmek ve dikkatsizlikten kaçınmak önemlidir.
    2. Soylu (uğurlu) kimse yüzünden başımıza gelen felaketi çabuk atlatırız, soysuz (uğursuz) kimsenin yol açtığı felaket kolay kolay atlatılmaz.
  • Attan düşene tımar gerek, deveden düşene kazma kürek: Bazı durumlarda yaşanan sıkıntıların veya kazaların sonuçlarının farklı olabileceğini ve daha büyük ve ciddi durumların daha ağır sonuçlar doğurabileceğini ifade eder. Yaşanan olayların ve kazaların ciddiyetine göre alınması gereken önlemlerin ve sonuçlarının değişebileceğini anlatır.
  • Attan düşmek eşekten düşmekten iyidir: Büyük riskler almanın, küçük ve değersiz işlerde başarısız olmaktan daha onurlu olduğunu ifade eder. Yüksek hedeflerde başarısız olmak, değersiz uğraşlarda kazanıp kaybetmekten daha anlamlı kabul edilir (?).
  • Baba borcu evlada düşer: Babanın değerli şeylerinin evlatlarına miras kalması gibi borçlarının da sorumluluğu mirasçılarına kalır.
  • Bal istedik, belaya düştük: Bir şeyden çıkar sağlamaya çalışırken beklenmedik zararlarla karşılaşabileceğimizi veya işlerimizin bazen istediğimiz gibi gitmeyebileceğini ifade eder.
  • Bir çam düşse, baltalı da seğirtir, baltasız da: Güçlü, varlıklı bir insan ölecek duruma geldiği zaman, çevresi çıkarcı insanlarla dolar.
  • Bir düştüğün yerde bir daha düşme: İnsan tecrübesinden ders çıkarmalı, hatasını tekrarlamamaya çalışmalıdır.
  • Buğdayım var deme ambara girmeyince, oğlum var deme yoksulluğa düşmeyince*: İnsan, sahiplik koşulları tam oluşmadıkça bir şeye "benimdir" diyemez. Evladının nasıl biri olduğunu da ancak yoksulluğa düşünce anlar.
  • Çamura düşene yol gösteren çok olur: İnsan tedbirsizlik yüzünden bir çıkmaza girince, çoğu kişi akıl vermeye çalışır.
  • Çamura düşenin yağmurdan pervası olmaz: Başından büyük dertler geçmiş kişiler küçük olaylar karşısında etkilenmezler.
  • Çocuğa iş ardına sen düş*: Çocuk kendisine ısmarlanan işi beceremez. Bu nedenle, ona iş buyuranın da arkasından gitmesi gerekir.
  • Çocuk düşe kalka büyür*: Çocuğun yürümeye başladığı sırada sık sık düşüp ağlamasına üzülmemelidir, her çocuk büyürken bu aşamalardan geçer.
  • Çocukla çıkma yola, düşersen güler, düşerse ağlar: Çocukların başkalarının düştüğü durumlarda genellikle eğlenirken kendileri zarar gördüğünde de ağladıklarını ve bu durumun önemli bir yolculuk sırasında ebeveynlerine üzüntü ve zorluk yaşatabileceğini anlatır.
  • Damdan düşen, damdan düşenin halini bilir*: İyi bir durumdayken kötü bir duruma düşmüş olan kimse, başına böyle bir şey gelenin derdini iyi anlar.
  • Dazlayan daza düşer, kel başlı kıza düşer*: Alacağı şeyi seçmekte aşırı titizlik gösteren kimse, çok kez, beğenmediği, hoşlanmayacağı bir şeyle yetinmek zorunda kalır (dazlamak: güç beğenmek, daz: başında saç olmayan, dazlak).
  • Deli odur ki bir düştüğü çukura bir daha düşer: Tehlikeli bir işten daha önce zarar gördüğü halde aynı hatayı tekrar yapıyorsa o kişinin aklı zayıf demektir.
  • Denizden çıktı, kuyuya düştü: Büyük bir tehlikeyi atlattıktan sonra çok ufak bir tehlikeden büyük zarar görenler için söylenir.
  • Denize düşen yılana sarılır* (Denize düşen yosundan imdat umar): Çok büyük bir tehlike içinde bulunan kimse, kendisine yardım etme olanağı bulunmayan, hatta tehlikesi olan şeylerden bile medet umar.
  • Deveden düşenin anası ağlamamış, eşekten düşenin ağlamış: Yaptığı işin riskini göremeyip tedbirsizlik edenler büyük zarara uğrarlar.
  • Deveden düşenin anası ağlamış, eşekten düşenin ağlamamış: Önemli bir mevkiden düşenlere değer verilse de önemsiz mevkiden düşenlere hiç yüz verilmez.
  • Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez*: Kadın istek göstermez, yüz vermezse erkek onun peşine düşmez.
  • Doğru yolda düşen çabuk kalkar: Dürüst ve doğru bir yolda ilerleyen kişilerin karşılaştıkları zorlukları ve engelleri daha hızlı aşacaklarını ifade eder. Dürüst ve doğru davranışların, kişinin hayatında sağlam ve güvenilir bir temel oluşturduğunu ve bu temelin, kişinin zor durumlarla başa çıkmasını kolaylaştırdığını vurgular.
  • Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya*:
    1. Evlenecek kişiler için herkes seferber olur.
    2. Akılsız kişi, el alemin düzenlediği eğlencelerde bir aksama olmasın diye çabalar durur.
  • El için kuyu kazan, evvela kendi düşer* (Başkasına kuyu kazan kendi düşer içine): Başkasını tuzağa düşürmeye çalışan kimse, bu tuzağa ondan önce kendi düşer.
  • Elin attığı taş uzak düşer: Başkasının yaptığı bir iş, kıskanç kişiye önemli gibi görünür.
  • Emanetin ardına şeytan düşer: Değerli veya önemli bir şeyi korumanın zor olduğunu ve emanete sahip çıkmanın güzel bir davranış olduğu için şeytanın böyle davranılmasını istemediğini ifade eder. Emanetler, her zaman hırs, kıskançlık ve kötülük gibi tehlikelerle karşı karşıya kalabilir.
  • Er sıkıntıya düşmeden rahata ermez: Hiç sıkıntı çekmeden rahat ve mutlu bir yaşama kavuşulmaz.
  • Eşeğe binmek bir ayıp, düşmek iki ayıp: Kişinin zaten zor ve utandırıcı bir durumda olduğunda, bu durumun daha da kötüleşmesinin, itibarını ve saygınlığını daha fazla zedeleyeceğini vurgular.
  • Eşek bile düştüğü yere bir daha düşmez*: En aptal kişi bile başına gelenlerden ders alıp aynı hataya tekrar düşmez.
  • Göç geri dönerse (kervan ters dönerse) topal deve öne düşer: Belli bir yönde ilerleyen toplum ters yönde geri dönerse, sondakiler birinci duruma geçerler.
  • Gölge düştüğü yeri belli eder: İnsanların davranışlarının ve eylemlerinin, onların karakterlerini ortaya koyduğunu ifade eder. Bir kişinin gerçek niyetleri ve özellikleri, yaptığı işler ve sergilediği tutumlarla anlaşılır.
  • Gönül kolay düştüğü yerden, güç kalkar: Kalbin sevgi veya bağlılık hissettiği birine veya bir şeye bağlanması kolay olabilir ancak bu bağlantının kopması veya sona ermesi daha zor olur.
  • Gülle düştüğü yeri belli eder: Güçlü ve etkili bir olayın ya da durumun etkisinin hemen fark edileceğini ifade eder. Büyük ve önemli olaylar, bulundukları ortamda iz bırakır ve gizlenemez.
  • Gündüzün uçamayan sinek, gece ayrana düşermiş: Bir işi iyice öğrenmeden, beceri kazanmadan yapmaya kalkışan kişi o işte sık sık hata yapar.
  • Güneş yeryüzüne düşmekle pâyimal olmaz: Güneşin ışığının yeryüzüne düşmesiyle değerinden veya etkisinden bir şey kaybetmediğini ifade eder. Yani, büyük ve güçlü şeyler kendi niteliklerinden veya etkilerinden bir şey kaybetmeden varlıklarını sürdürürler (pâyimal: Ayaklar altına alınmış, çiğnenmiş, hakir duruma düşürülmüş).
  • Güvenme varlığa, düşersin darlığa* (Varlığa güvenen, darlığa düşer): İnsan varlıklı durumuna güvenerek har vurup harman savurmamalı, bir gün darlığa düşebileceğini düşünerek hesaplı ve tutumlu davranmalıdır.
  • Harama basan tez düşer: Haram kazançla ve kötü yollarla zenginlik sağlamaya çalışan kişiler bu amaçlarına ulaşamazlar.
  • Hayvanı yardan düşüren bir tutam ottur: Küçük bir şeyin büyük sorunlara yol açabileceğini anlatırken, açgözlülüğün ve küçük çıkarların peşinden koşmanın büyük tehlikeleri ve felaketleri beraberinde getirebileceğine dikkat çeker.
  • Her düşüş, bir öğreniş*: Hataların ve başarısızlıkların insan için birer öğrenme fırsatı olduğunu ifade eder. Kişi, her yanlışının sonucunda edindiği tecrübeyle kendini geliştirir ve daha iyiye ulaşır.
  • Her düşüşün bir sebebi vardır: Yaşanan olumsuzlukların ya da başarısızlıkların arkasında mutlaka bir nedenin bulunduğunu ifade eder. Hiçbir şey sebepsiz yere gerçekleşmez; her durumun bir nedeni veya sonucu vardır.
  • Herkes düştüğü yerden kalkar: İnsanların karşılaştıkları zorlukları kendilerinin aşmaları, hatalarını kendilerinin telafi etmeleri gerektiğini ifade eder. Başarı, kişinin düştüğü yerden tekrar kalkıp mücadeleye devam etmesiyle mümkündür.
  • Huyunu bilmediğin hayvanın ardına düşme: Huyunu bilmediğin kimselere güvenip onlarla herhangi bir işe kalkışma.
  • Irz ehli düşmez: Namusuna ve ahlakına bağlı olan kişilerin, yanlış veya uygunsuz davranışlardan uzak durduğunu ifade eder. Bu tür insanlar, zorlayıcı durumlarla karşılaşsalar bile doğru yoldan sapmazlar ve kötü yollara düşmezler.
  • İlk atılan taş uzak düşer:
    1. (taşın hedeften uzağa düşmesine göre) Bir iş veya girişimin başlangıcında yapılan hamlelerin genellikle hedeften sapabileceğini ifade eder. Bir işe başlarken yapılan ilk denemelerin veya çabaların beklenen sonuçları vermeyebileceğini ve tecrübe kazandıkça hedefe daha yakın sonuçlar elde edilebileceğini vurgular.
    2. (taşın hedef olmaksızın en uzak mesafeye atılmasına göre) Bir işte veya girişimde yapılan ilk adımların genellikle en etkili ve iyi sonuçlar doğurduğunu ifade eder.
  • İnsan beşer, dişleri düşer dörder beşer: İnsanların zamanla yaşlanıp zayıflayacağını ve fiziki güçlerinin azalacağını ifade eder. Yaşlanma sürecinde, sağlık ve güç kaybı kaçınılmaz bir durumdur.
  • İnsan, düştüğü yerden kalkar: İnsanların yaşadığı başarısızlıklar veya zorluklar karşısında yeniden toparlanma ve devam etme kapasitesine sahip olduğunu belirtir. Her düşüş veya hata, bir öğrenme ve yeniden başlama fırsatıdır.
  • İş başa düşünce, gayret dayıya düşer: İnsan kendi işini kendi yapmak zorunda kaldığında başarmalıdır.
  • İşi düşünce arar beni, aşı pişince kovar beni: İnsanların çok menfaatperest ve bencil olabileceğini anlatır.
  • İven sinek süte düşer: Acele eden kişinin genellikle hata yapacağını veya zarara uğrayacağını ifade eder. İşleri aceleyle ve düşünmeden yapmak yerine, sakin ve dikkatli bir şekilde ilerlemek gerektiğini vurgular (ivmek: acele etmek).
  • Kan toprağa düşer: Öfke ve nefretin her zaman kötü sonuçlara yol açacağını ifade eder. Bu atasözü, düşmanlık ve şiddetin kaçınılmaz olarak zarar ve yıkım getirdiğini vurgular.
  • Karışma devletin işine, düşme zenginin içine, boynunu kır, bak kendi işine: Kişi üzerine vazife olmayan işlere kalkışmamalı, kendinden çok zengin kişilerle arkadaşlık etmemeli, durumuna razı olup kendi işiyle uğraşmalıdır.
  • Karpuz kabuğu denize düşmeden suya girilmez:
    1. Denize girmek için karpuzun olgunlaşma dönemi beklenmelidir. Karpuzun tam mevsimi gelmeden denize girmenin sağlığa zararlı olduğu herkesçe bilinir ve kabul edilir.
    2. Bir iş en uygun zaman gelmeden yapılmamalıdır. Bir işe başlamadan önce olası tehlikeleri ve riskleri görüp değerlendirmek gerekir.
  • Kaynana pamuk ipliği olup raftan düşse gelinin başını yarar*: Kaynana ne denli iyi, ne denli yumuşak huylu olursa olsun, onun varlığı yine de gelini rahatsız eder.
  • Kemale eren meyve yere düşer:
    1. Olgunlaşan her şeyin bir sonu olduğunu, yani olgunlaşmanın ardından sona ulaşılacağını ifade eder. İnsanlar da olgunlaştıkça dünya hayatının sonuna yaklaşır.
    2. Zamanı gelen iş kendiliğinden netice verir.
  • Kendi düşen ağlamaz*: Kendi zararına kendi neden olanın yakınmaya hakkı yoktur.
  • Kendi düşen kendi kalkar: Başkalarını dinlemeyip kendini güç bir duruma sokan kimse, bu durumdan kurtulmasını da bilmelidir.
  • Kımıldayan diş düşer: Bozulmaya ve yıkılmaya yüz tutmuş şeylerin nihayetinde yok olacağını ifade eder. İstikrarsız, zayıf veya dayanıksız olanların uzun vadede başarısızlığa uğrayacağını belirtir.
  • Kız evladı yerine düşerse bir eyerli at, yerine düşmezse bir uyuz it: Kız çocuğu soylu, hoşgörülü bir aileye gelin giderse mutlu bir yaşam sürer; eğer geçirimsiz, fesat kimselere düşerse sürekli itilir, kakılır, hayatı zindan olur.
  • Kızını düşürmeyen yerine, ömrünü geçirir yerine yerine: Kızını iyi bir aileye gelin vermeyen ebeveynler ömür boyu bunun pişmanlığını yaşar.
  • Kim düşer daldan, o bilir haldan: Bir olayın zorluğunu en iyi o zorlukla karşılaşan kişinin anlayabileceğini ifade eder. Başına bir iş gelmeyen kişiler, o durumu yaşayanların hissettiklerini anlamakta zorlanır.
  • Kocamış tilki faka düşmez: Başından bir sürü olay geçmiş ve olgunlaşmış kimseler artık kolay kolay hataya düşmezler.
  • Komşuda pişer bize de düşer*: İnsanların, çevresindekilerin kazancından yararlanma umudunu anlatır.
  • Köpek suya düşmedikçe yüzmeyi öğrenmez*: Tehlikeyle karşılaşmadıkça çaresi bulunamaz.
  • Kör bile düştüğü çukura bir daha düşmez: İnsanın bir kez hata yaptıktan sonra o hatadan ders çıkarıp aynı yanlışı tekrarlamaması gerektiğini ifade eder. En deneyimsiz kişi bile aynı hataya tekrar düşmemeyi öğrenir; sürekli aynı hatayı yapanlar bundan ders çıkarmamış demektir.
  • (Asıl) Kör odur ki düştüğü çukura bir daha düşe: Aynı hatayı tekrar eden kişinin gerçek anlamda cahil ve kör olduğunu ifade eder. Akıllı insanlar geçmiş hatalarından ders çıkarırken, cahil olanlar aynı yanlışı tekrarlayıp dururlar.
  • Kör köre yol gösterse (kılavuzluk etse), ikisi de kuyuya düşer: Tecrübesiz bir kişinin başka bir tecrübesizden yardım almasının felakete yol açacağını ifade eder. Bilgisiz birine danışmak, hem danışanı hem de rehberi başarısızlığa sürükler.
  • Kurt kapana düşmeyince faka bastığını bilemez: Kişinin başına kötü bir olay gelmeden ya da olumsuz bir duruma düşmeden, o durumun ne kadar ciddi ve tehlikeli olduğunu anlayamayacağını ifade eder.
  • Meyve, ağacından uzak düşmez:
    1. İnsanın en çok yakınlarına ve çevresindekilere faydası olur, olmalıdır anlamına gelen söz.
    2. Herkes kendi soyunun özelliklerini taşır.
    3. İnsan, kendi ailesi ve yakınlarından uzakta yaşamak istemez.
  • Meyvenin iyisine kurt düşer: Değerli veya kıymetli şeylerin her zaman daha çok ilgi gördüğünü ve faydalanılmak/sahip olmak istendiğini bu yüzden zarar görme olasılığının da yüksek olduğunu ifade eder. İyi ve nitelikli olan şeyler, zayıf ve değersiz olanlara nazaran daha çok dikkat çeker ve daha çok kullanılmak ya da tüketilmek istenir.
  • Muhannes köprüsünden geçmekten düşüp suya boğulmak yeğdir: Mert olmayan kimselerle arkadaşlık yapıp onlara muhtaç olmaktansa, ölmek daha iyidir (muhannes: Kalleş, korkak, alçak, namert kimse).
  • Ortaya düşen sır, bir daha saklanmaz: Herkes tarafından öğrenilen bir sır, sır olmaktan çıkar.
  • Raftan sünger düşmüş, gelinin başını yarmış: Koca evindeki kadının (gelinin) kocasının ailesinin en ufak bir hareketini bile büyük bir sorun olarak algıladığını ifade eder. Gelinin hassasiyetini ve kocasının ailesiyle olan ilişkisindeki zorlukları vurgular.
  • Rüzgarın önüne düşmeyen yorulur*: Hayatın akışına ayak uyduramayanların daha çok zorlanacağını ifade eder. Rüzgarı arkasına alarak ilerleyen kişi, daha az çabayla daha fazla yol alır; bu yüzden fırsatları doğru değerlendirmek gerekir.
  • Saçın ak mı kara mı, önüne düşünce görürsün*: İnsanın çok geçmeden görüp anlayacağı kendi durumunu başkalarından sorup öğrenmesine gerek yoktur.
  • Sarhoşa değme kendisi düşer (Sarhoşa dokunma, kendi yıkılsın*): Kendi aklını beğenip başkasını dinlemeyen kimseyi gittiği yanlış yoldan döndürmeye kalkmayın, bırakın cezasını çeksin.
  • Suya (denize) düşen yılana sarılır*: "Güç bir duruma düşenlerin bundan kurtulmak için her türlü çareye başvurmaları olağandır" anlamında kullanılan bir söz.
  • Şahin için tuzak kursam bahtıma kuzgun düşer: Bir insanın talihi kötü ise hangi işi yaparsa yapsın mutlaka bir terslikle karşılaşır.
  • Takke düştü kel göründü*: Bir ayıbı örten şey ortadan kalktığı zaman gerçek ortaya çıkar.
  • Taş düştüğü yerde ağırdır*: İnsanın değeri en iyi kendi çevresinde bilinir.
  • Tilki iki defa aynı tuzağa düşmez: Zeki insanlar aynı hatayı tekrarlamazlar, ilk hatalarından ders alırlar.
  • Ulu ağacın gölgesi uzağa düşer: Önemli mevki sahibi kimseleri bulundukları çevreden daha uzak yerlerden bile tanıyanlar çıkar.
  • Ulular sözü yere düşmez dünya durdukça: Atalarımızın söylediği sözler, mutlaka denenmiş ve yaşanmış olduğundan saygı duyulmalıdır.
  • Yemiş kemale erince kendiliğinden düşer: Her şeyin bir zamanı vardır. Olgunlaşan meyve dalından düşer, yaşlanan insan ölür, vakti gelen çocuk doğar.
  • Yerine düşmeyen gelin yerine yerine, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir (Boyuna düşmedik kaftan gider sürüne sürüne; yerine düşmedik gelin gider yerine yerine): Bir şeyin ya da bir kişinin, ait olmadığı yerde veya uygun olmayan koşullarda bulunmasının, o şeyin ya da kişinin zarar görmesine neden olacağını ifade eder. Gelinin uygun olmayan bir aileye ya da ortama düşmesi durumunda, huzursuzluk ve uyumsuzluk yaşayacağını; aynı şekilde, bedene uygun olmayan bir elbisenin de yerlerde sürünerek yıpranacağını anlatır. Uyum ve uygunluğun önemini vurgular (yerinmek: üzülmek, pişman olmak. esvap: giysi).
  • Yıldırım aynı yere iki kere düşmez: Kötü veya talihsiz bir olayın veya durumun aynı şekilde tekrar etme olasılığının düşük olduğunu ifade eder.
  • Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer*: Ömrü boyunca, insanın eline, kaçırılmaması gereken çok önemli bir iş yapma fırsatı ancak bir kez geçer.
  • Yiğit odur attan düşe atlana; yiğit odur her yaraya katlana: Felaket zamanında sabırlı, dayanıklı olmak olgun insanların niteliğidir.
  • Yukarıya tükürme, yüzüne düşer (Göğe tükürürsen yüzüne düşer): İnsan kendinden güçlü kişilerle uyum içinde yaşamaya çalışmalıdır. Kendinden güçlü kimselerle mücadeleye girdiğinde en çok zararı kendisi görür.
  • Yüksekten uçan alçağa düşer: Her yaptıklarını abartarak insanları küçük görenler, toplumda çok çabuk saygı ve güven kaybederler.
  • Yürük atın tersi seyrek düşer (Hızlı giden atın b*ku seyrek düşer): Bir şeyin hızı veya temposu arttıkça, bazı detaylar veya gereklilikler üzerinde eksiklikler ve hatalar olabileceğini vurgular.
( 0 soru/yorum )