![]() |
İki avuç |
- Elin parmak uçlarıyla bilek arasındaki iç bölümü, el içi, hapaz: Ellerine baktı. Avuçları terliydi. (S. Faik)
- Yarı yumulmuş elin hacminin (oylumu) alabileceği miktar: Bir torbadan bir avuç pirinç çıkardı. Şöyle bir ayıklar gibi yaptı , haydi tencereye... (F. C. Göktulga). Kalkıp eski çeşmeden iki avuç su içtim. Boğazıma doğru bir serinlik... (Türk edebiyatı). Bahar olunca bu toprağın üstüne bir avuç arpa atarım. (N. Araz)
Avuç ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "avuç" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
- Avuç açmak: Dilenmek: Bazıları sadece avuç açıyordu. Dilenmek için... (F. Bozkurt)
- Avuç dolusu: (Para için) Pek çok: "Avuç dolusu para harcıyoruz" dedi. (Y. Bahadıroğlu)
- Avuç içi kadar: Pek küçük (yer): Mutfak, avuç içi kadar küçüktü. (N. Sönmez)
- Avuçları patlayıncaya kadar alkışlamak: Çok alkışlamak: İlk defa bir Türk artistini avuçları patlayıncaya kadar alkışladılar. (F. Hakan)
- Avucu kaşınmak: Halk inanışına göre ele para geçeceği sanılmak, umulmak: Avucumun içi kaşınıyor Zehra, sanırım para kokusu alıyorum. (M. S. Çiçek)
- Avucuna düşmek: Birinin veya bir teşkilatın hükmü altına girmek: Ağaların avucuna düştün, düştün de insanoğlunun gördüğü en büyük hakarete uğradın. (Y. Kemal)
- (parayı) Avucuna saymak: Peşin ödemek: Annesiyse, sandığının dibinde sakladığı kefen parasını getirip oğlunun avucuna saydı. (N. Güngör)
- Avucunu yalamak: (alay yollu) Umduğunu ele geçirememek: Siz de muradınıza eremediniz ya, avucunuzu yalayın. (A. Nesin)
- (bir yeri) Avucunun içi gibi bilmek: Çok iyi ve ayrıntılarıyla bilmek: Buraları avucumun içi gibi bilirim. (İlgili cümle kaynağı: S. Kocagöz)
- (birini) Avucunun içinde tutmak: Birine istediğini yaptıracak bir durumda olmak: Beni avucunun içinde tutuyordu ve bir zamanlar ona ait olduğum andan öldüğü güne kadar her hareketimi, her düşüncemi yönlendirdi. (Ö. Eroğlu)
- Avucunun içine almak: Bir kimseyi istediği gibi yönlendirecek biçimde baskı ve etki altına almak: Kadın, kocasını avucunun içine almış, her istediğini yaptırıyor.
- Bir avuç toprak olmak: Ölmek: Hakikati gören gözleri kapandı ve bütün bir varlık sustu. O da bir avuç toprak oldu. (Ayın tarihi)
- Elde avuçta bir şey kalmamak: Hiç malı, parası kalmamak: Savaş bu, bilmez misin? Elde avuçta bir şey kalmadı. Çoğunun evinde yiyecek ekmeği, aşa katacak yağı yok. (M. Asoğlu)
- Elde avuçta (ne varsa): Sahip olunan mal, para vb., her şey: Bir iki hafta olmadan, elde avuçta ne varsa hepsi bitip tükenmişti. (A. Saraç)
- Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, zapt edilememek, baskı altına alınamamak: Cıva gibi bir adamdı. Ele avuca sığmıyordu. Bir yandan bir yana kayıp gidiyordu. (M. S. Karayel)
- Elinde avucunda nesi varsa: Parasının, varlığının tümü: Dünyaya değer vermemeye, dolayısıyla gözünü kırpmadan elinde avucunda nesi varsa Allah rızası için vermeye başlar. (M. İyi)
Avuç ile ilgili atasözleri ve anlamları
![]() |
İki avuç toprak |
İçinde "avuç" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Ateş avuçlanmaz: Tehlikeli bir şeyle uğraştığımız zaman, mutlaka zarar görünüz.
- Başkasının avucundan su içen kanmaz: İnsanların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendi kaynaklarına güvenmeleri gerektiğini ve başkalarının yardımlarına fazla bel bağlamamaları gerektiğini vurgular.
- Bir ambar buğdayın örneği bir avuçtur: Bir bütünün küçük bir parçasının genellikle bütün hakkında yeterli bilgi verdiğini ifade eder. Bu atasözü, genellikle bir şeyin büyük bölümünün veya özünün küçük bir kısmıyla anlaşılabileceğini ve değerlendirilebileceğini vurgular.
- Bir avuç altının olacağına bir avuç toprağın olsun*: İnsanlığa sağladığı faydalar göz önüne alınırsa, toprak, diğer mal varlıklarıyla mukayese edilemez.
- Bir avuç tarhanan varsa da erbabına pişir: Birine iş yaptırmak zorunda kalırsan, önemsiz de olsa, o işi iyi bilen birine yaptır.
- Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge*: Birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanı kötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız kalmaz.
- Her avuç açmakla murat hasıl olmaz: Sürekli başkalarından yardım isteyerek rahat bir yaşam sürülmez.
- İnsanın (Tamahkârın) gözünü bir avuç toprak doyurur*: Kişinin bitmek bilmeyen istek ve arzuları ancak öldüğünde son bulur.
- Kişinin ayıbını bir avuç toprak örter: İnsanın yaşarken kınanmış kötü yönleri öldükten sonra unutulur gider.
- Koy avucuma, koyayım avucuna*: Bize yardımda bulunan, yarar sağlayan kişiye biz de yardımda bulunur, yarar sağlarız.
- Ne tükürdü avucuma, ne çalayım suratına: Bir kişinin kendisine hiçbir fayda sağlamayan birine karşı yükümlülük hissetmemesi gerektiğini anlatır. Karşılık bekleyen birinin, önce kendisinin bir şey sunup sunmadığını düşünmesi gerektiğini vurgular.
- Toprak avuçlayan altın bulur: Toprak sahibi olan insan, ondan yararlanmayı bilirse, toprağını kolay kolay hiçbir şeyle değişmez.
Avuç ile ilgili birleşik kelimeler
- Avuç avuç:
- Herkese ya da her defasında birer avuç dolusu: Yuvarlanarak, bir yanda duran kazana gitti, başına çöktü, avuç avuç yemeye başladı.
- (Para için) Bol bol, pek çok: Parayı kucak kucak toplamakta, çuval çuval kazanmakta ve avuç avuç harcamakta. (N. F. Kısakürek)
- Avuç içi: Elin bilekle parmak uçları arasındaki iç bölümü: Biraz olsun ısınabilmek için avuçlarını birleştirdi ve avuç içine hohlamaya başladı. (D. Yücel)
- Avuç dolusu:
- Pek çok: Niçin bu ünlü antrenöre avuç dolusu para veriliyordu. (A. Nesin)
- Bir avucun alabildiği miktar kadar: Bir avuç dolusu toprak serpti.
Soru/Yorum Gönder