hal:
Sebze, meyve, bakliyat vb.nin satıldığı yer: Sabah gün doğmadan halden mal alıyor. (E. Okçuoğlu)Sebze ve meyve hali - Tahttan indirme: Hatta Sultan Abdülaziz'in hal'ini hazırlayanların elebaşısı olan Serasker Hüseyin Avni Paşa... (S. Ayverdi)
- Çözme, çözülme, çözüm: Bu işi çözmek için bir hal çaresi arıyordu.
hâl:
- Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların ya da taşıdığı niteliklerin hepsi, vaziyet, durum: Bu hâlde sokağa çıkılır mı?
- Davranış, tavır, tutum: İşte bu hâli kocasının müthiş sinirine dokunurdu.
- Şimdiki zaman, içinde yaşanılan zaman: Hâl dediğimiz şey yarından sonra mazi olacaktır. (Y. K. Beyatlı)
- Güç, takat: Bugün işe gidecek hâlim yok.
- (mecazi) Kötü durum: Zavallının başına ne hâller geldi.
- (dil bilgisi) İsim çekim biçimlerinden her biri.
Hal ve hâl ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "hal ve hâl" kelimeleri geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
(atasözlerine geç)
- Hâl böyle iken: Vaziyet böyle iken, durum bu halde iken: Fani dünyayı terk etmeye neden olacak vesileyi ancak Allah bilirdi. Hal böyle iken ölüm üzerine fazla kafa yormak gereksizdi. (A. Morkoç)
- Hâl hatır (Hâlini hatrını) sormak: Birinin sağlık durumunu öğrenmek için "nasılsınız, ne durumdasınız" diye sormak: Hâl hatır sordu, nasıl yaralandığını ve cephede olup bitenleri sordu. (A. E. Kavaklı)
- Hâl takınmak: Tavır takınmak, böbürlenmek: Kraliçeler gibi bir hâl takınıyor, kibirli mi kibirli idi... (M. Ayaşlı)
- Hâlden anlamak: Bir kimsenin içinde bulunduğu güç durumu anlayarak sezip anlayış göstermek: Allah razı olsun beyim, sen hâlden anlar birine benziyorsun. Kalbinin nuru yüzüne aksetmiş. (H. Alptekin)
- Hâlden düşmek: İyi durumdan kötü duruma düşmek: Süreyya sararıp solmuş, hâlden düşmüş iyice. (karabatak)
- Hâlden hâle girmek: Bir zorluk ya da utanılacak bir durum karşısında ezilip büzülmek: Adamcağız hâlden hale girdi.
- Hale yola koymak: Düzenlemek, iyi bir düzen vermek, düzene sokmak: İşleri bir hale yola koyup yanınıza gelirim! (B. Büyükarkın)
- Hâli duman olmak: (argo) Kötü duruma düşmek: Malum ya, bizde sanatçı olacak adamın, cebinde üç beş kuruşu bulunmalı, aksi halde hâli dumandır. (A. İlhan)
- Hâli harap olmak:
- Bitkin, perişan olmak: Hakiki aşık gözü yaşlı, bağrı kanlı, sinesi yaralı, hâli harap ve dertli olur. Sadece sevdiğini düşünür. (S. Yılmaz)
- Kötü duruma düşmek: Sınıfı geçmezse hâli haraptır. TDK.
- Hâli ile hallenmek: Bir kimsenin hâline bürünmek, onun gibi olmak: Sen fırsat elde iken ve bu ten henüz zinde iken gönül erbabının hâli ile hallen ve onların iksiri ile hayat bulup tam ayar altın olmaya çalış, bi iznillahi teala. (İsmâil Hakkı Bursevî)
- Hâli kalmamak: Çok yorulmak, gücü, takati, eski durumu olmamak: Uykusuzluktan ayakta duracak hâli kalmamıştı yumurcağın.
- Hâli olmamak: Gücü olmamak: Banyo yapmalıydı ama parmağını kımıldatacak hâli yoktu. (K. Yılmaz)
- Hâli tavrı yerinde: Durumu, görünüşü, davranışı düzgün: Santralin makine mühendisiydi. Hâli tavrı yerinde, muntazam konuşan biriydi. (İ. Tarus)
- Hâli üzere: Olduğu gibi: Ezan okunduğunda herkes mallarını pazar meydanında hâli üzere bırakıp camie gidip namazlarını kılarlar. Bu şehirde asla zulüm, iftira, yalan ve yalancı tanık olmaz. (Evliya Çelebi)
- Hâli vakti yerinde: Paraca durumu iyi, oldukça varlıklı: Ailesinin hâli vakti yerinde.
- Hâlin nedir diyen olmamak (yok): Kimse ilgilenmemek, ne durumdasın dememek: Derdimden anlayan yok, hâlin nedir diyen yok. (R. Özcan)
- Hâline bakmamak: Kendisinin içinde bulunduğu kötü durumu düşünmeden bir şey yapmaya kalkışmak: Hâline bakmadan her işe karışıyor.
- ... hâline gelmek: Gibi olmak: Asılları yitirildiği için asıl hâline gelmiş parçalar... (R. Özdenören)
- Haline koymak: Biçimine getirmek, düzeltmek, düzenlemek: Bir viraneyi bizim için mamure haline koydu. (M. İkbal)
- Hâline köpekler bile güler: Çok kötü bir duruma düşenler için kullanılan bir söz: Sen böyle dağıtırsan her şeyi muhtaç oluruz çula. O zaman hâlimize köpekler bile güler.
- ... hâlini almak: Herhangi bir duruma gelmek: Türkiye'ye yerleşip, Müslüman Türk milletine hizmet etmek onda bir tutku, aşk ve ideal hâlini almıştı. (M. Atalar)
- Hâllenip küllenmek: Kendi imkânlarıyla iyi kötü geçinip gitmek, kendi yağıyla kavrulmak: Hallenip külleniyoruz. (N. Muallimoğlu)
- Hallihamur olmak: İçinde bulunduğu koşullara uymak: Tâ ki, kendi kanımdan, kendi canımdan bu küçük insan cemiyetinin içine karışayım, onunla hallihamur olayım, onda kimsesizliğimi unutayım diye...
- (bir kimsenin) Başına bir hâl gelirse: Örtmece yoluyla "ölürse" anlamında: Allah korusun ya oğlanın başına bir hâl gelirse? (B. Büyükarkın)
- Başına bir hâl gelmek: Kötü bir duruma düşmek: Belki bulamam diye, başına bir hâl gelir diye hep seni düşündüm Ömerim. (O. Özbaş)
- Başına hâl gelmek: Pek çok güçlükle karşılaşmak: Gece vakti şahit buluncaya kadar da başıma hâl geldi (R. N. Güntekin). Zaten kadını kandırıncaya kadar başıma hâl geldi.
- ... bir hâl almak: ... bir duruma gelmek: Hastalık tehlikeli bir hâl almıştı.
- Bir hâl olmak:
- Kazaya uğramak, ölmek.
- Bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek: Sevinçten gülmekten bir hâl oldular (S. Kocagöz). Çocuklar yapmayın, etmeyin demekten bir hâl oluyorum.
- Huyu değişmek: Hiç böyle değildi, son günlerde ona bir hâl oldu.
- Çocuk oyuncağı hâline getirmek: Yeteneksiz kimseler karışarak bir işi değerinden düşürmek: Rüşvet yoluyla çocuk yaşta kişilere önemli görevler verilerek devletin çocuk oyuncağı hâline getirildiğini söyleyerek kınar. (A. F. Bilkan)
- Gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek: Çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti.
- Hemhâl olmak: Bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek: Kim ki İslamiyet'le hemhâl oldu, ebedî bir hayat buldu... (M. Aksu)
- İç güveysinden hâllice: (şaka) (İnsan durumu için) Herkesçe sıkıntılı görülen iç güveysinin durumundan biraz daha iyi bir durumda olmayı anlatır. "Nasılsın" sorusuna "eh işte, fena değil" anlamında verilen karşılıktır: "Peki, iyi misin?" "İç güveysinden hâllice diyelim." Ufak bir kahkaha atı ve başını önüne eğip gülümsemesini durdurdu (B. Demir). "Ne var ne yok, nicesin?" "Hiç Fatma ana, iç güveysinden hâllice işte." (Ö. Özdarıcı)
- (bir şeyi) Kendi hâlinde bırakmak: Üzerinde çalışmayarak geliştirmemek veya bakımsız bırakmak, işlememek: Nasıl çalışmayan küf tutarsa bir müessese de gençleştirilmez, kendi hâlinde bırakılırsa ihtiyarlar, yıkılır, dağılır. (Ö. Seyfettin)
- (birini veya bir şeyi) Kendi hâline bırakmak: İlgilenmemek, karışmamak, oluruna bırakmak: Bazıları sanıyor ki Allah bizi yalnızca yarattı ve sonra kendi hâline bıraktı. (G. İ. Dinani)
- Ne hâlde?: Hangi durumda?: Ordularımızın ne hâlde bulunduğunu biliyorsunuz. Bununla beraber dayanmaya çalışıyoruz. Tâ ki müşterek bir barışa varalım. (E. Subaşı)
- Ne hâlin varsa gör (Ne hâli varsa görsün): Söz dinlemediği ya da aykırı işlere yeltendiği için kendi hâline bırakılsın, ne yaparsa yapsın: "Gerçekçi ol dedik, bir dayak yemediğimiz kaldı. Aman ne hâlin varsa gör. Sonra gelip ağlama bana bu erkekler neden böyle diye, dinlemem." (S. Yeşildağ). Israr edersem isyanı tepe yapıyor. Bıraktım ben de sonunda, ne hâli varsa görsün, bana ne. (P. Sultas)
- Tırhallı, hep bir hâlli: Aynı şartlar altında bulunanların aynı durumda olduklarını anlatmak için söylenen bir söz.
Hal ve hâl ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "hal ve hâl" sözcükleri geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Hâl hâle malumdur: Aynı durumda olan kimseler birbirlerinin durumunu daha iyi bilirler.
- Hâl hâlin yoldaşıdır*: Aynı durumdaki kimseler, birbirlerini başkalarından daha iyi anlarlar.
- Hâl soran, dert dinler: Birinin durumunu öğrenmek isteyenin onun sıkıntılarını da dinlemek zorunda kalacağını ifade eder.
- Açın hâlini tok bilmez, hastanın hâlini sağ bilmez (Sağ ne bilir hastanın hâlinden, tok ne bilir açın hâlinden): Sağlıklı kişi hasta insanın ne kadar acı çektiğini bilmez. Aynı şekilde karnı tok kimseler de açın hâlinden anlamaz.
- Alçacık dağlara kar yağsa kış değil mi, kişi kendi hâlini bilse hoş değil mi?: Her durumda ve her yerde belirli koşulların geçerli olduğunu ve kişinin kendi durumunu, sınırlarını bilmesinin ne kadar önemli olduğunu ifade eder. İnsanın kendini tanımasının ve gerçekçi bir şekilde değerlendirmesinin erdemini vurgular.
- At ile yola giden eşeğin vay hâline: Hızlı-yavaş, güçlü-güçsüz gibi birbiriyle uyumsuz bir şekilde hareket etmek veya uyumsuz bir ikili oluşturmak durumlarında söylenir.
- Avradın yediği giydiği gibi olsa vay kişinin hâline: Kadınların giyinmek ve süslenmek için harcadıkları paraya acımadıklarını, eğer yeme ve içme için de aynı şekilde harcasalardı, eşlerinin maddi olarak çok zorlanacaklarını ifade eder.
- Beyle bostan ekenin hâli haraptır: Zengin veya güçlü kişilerle iş birliği yapanların genellikle zorluklar yaşayacağını ifade eder. Güçlü kişilerle ortaklık kuranlar, onların istekleri ve baskıları altında ezilebilirler.
- Çömlek taşa dokunsa vay çömleğin hâline, taş çömleğe dokunsa yine vay çömleğin hâline: Güçsüz, zayıf biri kendinden güçlü biriyle kavga etmeye kalkışırsa en büyük zararı kendisi görür.
- Dağdan aşmaz yol olmaz, başa gelmez hâl olmaz: İnsanoğlunun üstesinden gelemeyeceği sorun yoktur. Aynı şekilde hayatta insanın başına her iş gelebilir. Aklından bile geçirmediği bir felakete uğrayabilir.
- Damdan düşen, damdan düşenin hâlini bilir*: İyi bir durumdayken kötü bir duruma düşmüş olan kimse, başına böyle bir şey gelenin derdini iyi anlar.
- Dertli dertlinin halini bilir: Bir derdi, bir sıkıntısı olan kişinin halinden o üzüntüyü yaşayan veya daha önce yaşamış kişiler anlar.
- Dertsiz dertlinin hâlinden anlamaz: Derdi olmayan kişi, dertli, sıkıntılı kimsenin derdini anlayamaz.
- Destursuz dama girenin hâli budur: İzinsiz veya saygısızca bir işe karışan kişilerin, sonunda kötü bir durumla karşılaşacaklarını ifade eder. Bu söz, bir kişinin başkalarının sınırlarını ihlal ettiğinde ya da doğru bir yol izlemediğinde kötü sonuçlarla karşılaşacağını anlatır.
- Deve ne hâlde, deveci ne hâlde?: Bir işin ağır yönünü emrindekilere yaptıran pek yorulmaz, ama işin yükünü çeken kan ter içinde kalır.
- Düşman düşmanın hâlinden anlamaz: Düşmanların birbirlerinin durumlarını veya zorluklarını anlamadıklarını ve sadece zarar vermek üzerine düşündüklerini ifade eder.
- El insanın hâlinden ne bilsin, herkes kendi çektiğini bilir: Başkaları bizi, biz de diğer insanları tam olarak anlayamayız, sorunlarını bilemeyiz.
- Eşekten doğma katır, ne hâl bilir, ne hatır: Kişinin kökenine, yetişme tarzına ve genetik özelliklerine bağlı olarak bazı temel davranış ve karakter özelliklerinin değişmez olduğunu ve bu özelliklerin bireyin davranışlarına yansıdığını anlatır.
- Evceğizim, evceğizim, sen bilirsin hâlceğizim: Ailenin bütün sırları, mutlulukları, sıkıntıları hep ev içinde kalır.
- Evim evim, sen bilirsin benim hâlim: "Ancak evimde rahat edebilirim" anlamında söylenir.
- Evinden çıkan deli olur, başında bin hâli olur: Ev değiştirmenin ve taşınmanın zorluklarını anlatır.
- Hasta hastanın hâlinden bilir: Benzer sıkıntıları yaşayan insanların birbirlerinin durumunu daha iyi anlayabileceğini ifade eder. Aynı deneyimleri paylaşan kişiler, karşılıklı empati kurmada daha başarılıdır.
- İyi oğul bilir ana hâlini, kötü oğul satar baba malını: İyi yetiştirilmiş çocuk ana babası sıkıntılı olduğu zaman bunu anlayışla karşılar, Onlara yardımcı olmaya çalışır. Anlayışsız evlat ise ailesi kötü durumda bile olsa o yine kendi çıkarını düşünür.
- Kaçan rüzgar esse kış değil mi, yoksul hâlin bilse hoş değil mi?: Fırsatlar kaçtıktan sonra yeniden karşılaşılmasının pek mümkün olmadığını ve fakirlerin tutumlu ve kanaatkâr olmayı bilmeleri gerektiğini anlatır (?).
- Kendinden aşağı bak da hâline şükret: İnsan içinde bulunduğu sıkıntıya aldırmamalı, bir de kendisinden kötü durumda olanları düşünmelidir.
- Kızı kendi hâline (gönlüne) bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya*: Aile büyüklerinin deneyim ve bilgilerini dikkate almadan sadece duygusal kararlarla evlenen bir kızın, kocasını doğru seçemeyebileceğini ve olumsuz sonuçlarla karşılaşabileceğini anlatır.
- Kim düşer daldan, o bilir haldan: Başına bir iş gelmeyen, o konuyu anlamakta zorlanır.
- Kimse kimsenin halini bilmez: İnsanların birbirlerinin iç dünyasındaki duyguları ve sıkıntıları tam olarak anlayamayacağını ifade eder. Herkes kendi derdini yine en iyi kendisi hisseder ve taşır.
- Kişi acıkmayınca aç hâlini bilmez: İnsanlar kendi başlarına gelmeyen zorlukları tam olarak anlayamazlar, özellikle açlık gibi temel ihtiyaçlarla yüzleşmediklerinde başkalarının durumunu kavramakta zorlanırlar.
- Komşu komşunun hâlini bilir: Komşular birbirleriyle isteyerek veya istemeyerek devamlı etkileşim halinde olduklarından birbirlerinin ne durumda olduklarını da iyi bilirler.
- Masrafını iradına uydurmayanın vay haline: Harcamalarını gelirine göre ayarlamayan sürekli borç ve sıkıntı içinde yaşar.
- Ne dilenecek hâli var ne zekat verecek malı var:
- Bazı insanlar öyle çaresiz durumdadırlar ki, kendi zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılamakta güçlük çekerler.
- Bir kişinin fakir olmadığını ama zengin de sayılmadığını ifade eder (?).
- Rüzgar böyle eser, balta böyle keserse vay hâlimize: Kişi yaptığı işte sürekli engellerle karşılaşırsa zorluklarla mücadele edemez.
- Tok açın hâlinden anlamaz (bilmez, ne bilir) (Var ne bilsin, yok hâlinden)*: Varlıklı olanlar, yoksulların nasıl geçim sıkıntısı çektiklerini kavrayamazlar.
- Zengin, züğürdün hâlinden ne bilir: Zenginlerin genellikle yoksul kişilerin yaşadığı zorlukları ve sıkıntıları anlamadığını ifade eder. Zenginlerin, yoksulluk ve sınırlı imkânlar konusunda deneyimsiz olmaları nedeniyle, bu durumların ne kadar zorlayıcı olduğunu kavrayamayabilirler.
Hal ve hâl ile ilgili birleşik fiil ve kelimeler
- Hal çaresi: Çözüm yolu, çıkar yol: "Bu felaketin bir hal çaresi için illa ki bir şey planlıyorlardır" dedi içinden, "ve bu da ortaya çıkacaktır yakında!.." (M. H. Kurt)
- Hâl değişmesi: (gök bilimi) Bir yıldızın sıcaklığına, basıncına, yoğunluğuna, aydınlatma gücüne ya da kütlesine ilişkin değişim.
- Hâl dili: Konuşma yoluyla değil hâl ve duruşun ifade ettiği mana, uyandırdığı etki, lisân-ı hal
- Hâl ehli (sâhibi): (tasavvuf) Gönlü Allah aşkı ile dolu olan, bildiklerini sözde bırakmayıp eylemlerine, tutum ve davranışlarına geçiren Allah'ın sevgili kulları için kullanılır: Görünüşte herkes insandır, ama gerçek insan hâl ehli olandır... (Hz. Mevlâna)
- İnsanlık hâli: Her insanda görülebilen, olağan karşılanması gereken durum: İnsanlık hâli, olur öyle gecikmeler. Önemli olan kasıtlı olarak geç kalmamak. (S. Aras)
- İyi hâl: Bir kimsenin yaşayışında kötü ve sakıncalı bir durum olmama hâli; hüsnühâl: İbn Mes'ûd radıyallahu anh: "Âhir zamanda iyi hâl ve güzel huy çok amelden daha hayırlıdır" derdi. (İmam Gazali)
- Kendi hâlinde: Hiçbir şeye karışmayan kimseyi rahatsız etmeyen, sessiz, saf: Orta hâlli bir adam, basit, kendi hâlinde, saf ve temiz. (N. F. Kısakürek)
- Orta hâlli:
- Gelir düzeyi ne düşük ne de yüksek olan: Orta hâlli bir Anadolu şehrinde, orta hâlli bir ailede büyümüştü. (S. Kaya)
- Ne iyi ne kötü olan: Şaşılacak şeydir şu elbise! Orta hâlli bir elbise olursa kişiye hizmet eder, pahalı bir elbise olursa kişi ona hizmet eder. (Ebu'l- Ferec İbnü'l-Cevzî)
Soru/Yorum Gönder